Amerika Tarihi, ÇEVİRİ, Tarihi Makale, TARİH

Soğuk Savaş Dönemi Tarihi-1

Yazı serisinin bir sonraki yazısına ulaşmak için tıklayınız.

Bu yazıyı 4 dakikada okuyabilirsiniz.


Birleşik Devletler ve Sovyetler Birliği, İkinci Dünya Savaşı esnasında Mihver Devletleri’ne karşı birlikte savaşmıştı. Buna rağmen, iki devlet arasındaki ilişki gergin bir ilişkiydi. Amerikalılar uzun zamandır Sovyet komünizmi tehlikesine karşı temkinli davranmakta ve Rus lider Joseph Stalin’in ülkesindeki zalim yönetimi konusunda ciddi endişe duymaktaydı. Sovyetlerin açısından bakıldığında ise durum pek de farksız değildi. Amerikalıların, onları, uluslararası toplumun meşru bir parçası olduğunu reddetmelerinin yanında -İkinci Dünya Savaşı’na gecikmeli girdikleri için- on milyonlarca Rus’un hayatını kaybetmesinden de Amerikalıları sorumlu tutuyorlardı. Savaşın sona ermesiyle birlikte bu karşılıklı şikayetler yerini derin bir güvensizliğe ve düşmanlığa bıraktı.

İkinci Dünya Savaşı’nın sonrasında Doğu Avrupa’daki Sovyet genişlemesi, Amerikalıların zihnindeki “Rusların dünyayı kontrol etme planı” korkusunu iyice körüklemişti. Aynı zamanda, Sovyetler, Amerikalıların kavgacı söylemlerine, silahlanma hamlelerine ve uluslararası ilişkilerdeki müdahaleci yaklaşımına karşı tepkiliydi. Böyle düşmanca bir atmosferde, Soğuk Savaş için yalnızca tek bir tarafın suçlanamayacağı da bir gerçektir. Hatta tarihçilerin bir kısmı Soğuk Savaş’ın kaçınılmaz olduğuna inanmaktadır.

Soğuk Savaş Dönemi’nin Simgesi: Berlin Duvarı

Soğuk Savaş: Çevreleme

İkinci Dünya Savaşı’nın bitmesiyle birlikte Amerikalı yetkililer, Sovyet tehdidine karşı en iyi savunma stratejisinin “çevreleme” olduğu konusunda görüş birliği içerisindeydi. George Kennan (1904-2005) ünlü “Long Telegram” yazısında takip edilecek yolu çizmişti: Sovyetler Birliği, ABD ile kalıcı bir modus vivendi [aynı fikirde olmayan taraflar arasında yapılan anlaşma] olamayacağı inancına fanatik bir şekilde bağlı siyasi bir güçtü. Sonuç olarak, Amerika’nın önündeki tek makul seçenek ise uzun vadede, sabırlı ama sıkı ve ihtiyatlı bir şekilde Rus yayılmacılığını sınırlamaktı. George Kennan 1947’de, Kongre’den önce düşüncesini şu şekilde açıklamıştı: Dış baskılar tarafından boyun eğdirilmeye karşı direnen özgür halkları desteklemek, Birleşik Devletler’in öncelikli politikası olmalıdır. İşte bu düşünce tarzı sonraki kırk yıl boyunca Amerika’nın dış politikasını şekillendiren en önemli unsur olmuştur.

Bunu biliyor muydunuz? Soğuk Savaş terimi ilk kez İngiliz yazar George Orwell’ın 1945 yılında yazdığı “Atom Bombası ve Sen” isimli makalesinde kullanılmıştır.

Soğuk Savaş: Atom Çağı

Uygulanan çevreleme stratejisi aynı zamanda Amerika Birleşik Devletleri’nde benzeri görülmemiş bir silahlanmanın da gerekçesini de sağlamış oldu. 1950’de, NSC-68 olarak bilinen Ulusal Güvenlik Konseyi Raporu da, ABD Başkanı Truman’ın, komünist yayılmacılığının gerçekleştiği her yerde, bu durumu kontrol altına almak için askeri güç kullanılması yönündeki görüşünü tekrarlamıştı. Raporda, bu amaç için savunma bütçesinde dört kat artış öngörülüyordu.

Özellikle Amerikalı yetkililer, İkinci Dünya Savaşı’nı sona erdirenler gibi, nükleer silahların geliştirilmesini teşvik ettiler. Böylece ölümcül bir “silahlanma yarışı” başladı. 1949 yılında Sovyetler Birliği kendi atom bombasını denedi. Buna karşılık, Başkan Truman, Birleşik Devletler’in çok daha yıkıcı bir atom bombası yaptığını duyurdu: Hidrojen Bombası (H-bomb/Superbomb). Stalin de nükleer silahlanma konusunda Başkan Truman’ı takip etti.

Sonuç olarak bu durum, Soğuk Savaş’ın risklerini korkutucu derecede artırmıştı. Eniwetok/Marshall Adaları’ndaki ilk hidrojen bombası testi, nükleer çağın ne kadar korkunç olabileceğini göstermiş oldu. Bu patlama, bir adayı buharlaştıran, okyanus tabanında büyük bir delik açan ve Manhattan’ın yarısını yok etme gücüne sahip 25 mil karelik bir ateş topu yarattı. Böylece, birbirini takip eden Amerikan ve Sovyet nükleer testleri atmosfere radyoaktif atıkları yaymış oldu.

Ivy Mike Nükleer Bomba Denemesi, Eniwetok-Marshall Adaları

Nükleer imha tehdidi, Amerikan sosyal yapısı üzerinde de büyük bir etkiye sahipti. İnsanlar arka bahçelerine sığınaklar inşa ettiler. Okullarda ve diğer halka açık yerlerde saldırı tatbikatı yaptılar. 1950’ler ve 1960’lar, sinemaseverleri nükleer yıkım ve mutant yaratıkların tasvirleriyle dehşete düşüren popüler filmlerin adeta salgınına tanık olmuştu. Bu ve diğer şekillerde Soğuk Savaş, Amerikan halkının günlük yaşamında kendine kalıcı bir yer bulmuştu.

Soğuk Savaş Uzaya Taşınıyor

Uzay araştırmalarıyla birlikte Soğuk Savaş’taki rekabet başka bir alana taşınmıştı. 4 Ekim 1957’de, bir Sovyet R-7 kıtalararası balistik füzesi, dünyanın ilk yapay uydusu ve Dünya’nın yörüngesine yerleştirilecek ilk insan yapımı nesne olan Sputnik‘i (“yoldaş”) fırlattı. Sputnik’in piyasaya sürülmesi çoğu Amerikalı için tatsız bir sürpriz olmuştu. Amerika Birleşik Devletleri’nde uzay, büyük Amerikan keşif geleneğinin doğal bir devamı olarak görülüyordu ve alan hakimiyetini Sovyetlere kaybetmemek çok önemliydi. Buna ek olarak, ABD hava sahasına nükleer savaş başlığı gönderebilecek R-7 füzesinin ezici gücünün bu şekilde gösterilmesi, Sovyet askeri faaliyetleri hakkında istihbarat toplamayı acil hale getirmişti.

1958’de ABD, roket bilimcisi Wernher von Braun’un yönetiminde ABD Ordusu tarafından tasarlanan uydusu Explorer I’i (“kaşif”) fırlattı ve böylece Uzay Yarışı olarak bilinen rekabet hız kazanmış oldu. Aynı yıl, ABD Başkanı Dwight Eisenhower, uzay araştırmalarına özgü federal bir kurum olan Ulusal Havacılık ve Uzay Dairesi’ni (NASA) kurdu ve ayrıca uzayın askeri potansiyelinden yararlanmayı amaçlayan bir dizi politikayı da hayata geçirdi. Yine de Uzay Yarışı’nda Sovyetler bir adım öndeydi ve Nisan 1961’de uzaya ilk insanı gönderdi.

Sovyetlerin uzaya ilk insanı göndermesinden bir ay sonra, Alan Shepard uzaya çıkan ikinci insan ve ilk Amerikalı oldu. Bunun üzerine ABD Başkanı John F. Kennedy (1917-1963), kamuoyuna, ABD’nin en geç on yıl içerisinde aya bir insan indireceğini hedeflediğini açıkladı. Kennedy’nin bu hedefi, 20 Temmuz 1969 tarihinde NASA’nın Apollo 11 programı kapsamında Neil Armstrong’un aya ayak basan ilk insan olmasıyla gerçekleşmişti. Böylece Uzay Yarışı’nda Amerikalılar ciddi anlamda öne geçmişti.

Uzay Yarışı’nın neticesinde ABD’li astronotlar, Amerikan kahramanları olarak görülmeye başlandı. Buna karşın Sovyetler ise, Amerika’yı alt etmek ve komünist sistemin gücünü kanıtlamak için gösterdikleri muazzam, amansız çabalarıyla nihai kötü adamlar olarak resmediliyorlardı.

TIME Dergisi’nin Uzay Yarışı Konulu Kapak Sayfası
6 Aralık 1968

Bu yazı İngilizce bir makaleden çevrilmiş olup yazının orijinal metnine buraya tıklayarak ulaşabilirsiniz.

*Yazıdaki görseller orijinal metinde bulunmayıp çeviren kişi tarafından eklenmiştir.

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Twitter resmi

Twitter hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s