Yazı serisinin bir sonraki yazısına ulaşmak için tıklayınız.
Bu yazıyı 8 dakikada okuyabilirsiniz.
İsmi her ne kadar bir millete has, münhasır gözükse de Fransız Devrimi, başta Kıta Avrupası’nı olmak üzere bütün dünyayı doğrudan etkilemiş ve halen de etkilemeye devam etmektedir. Avrupa Tarihi’nde Rönesans ve Reformdan daha büyük çapta bir yeri olduğu dahi söylenebilir. Fransız Devrimi yalnızca Kral XVI. Louis’i devirmekle kalmamış, bütün baskıcı monarşileri ve çok uluslu devletleri de rüzgarının önüne katmıştır. Biz ise bu yazı serimizde öncelikle İhtilal öncesi şartları ve hazırlayıcı faktörleri, sebepleri ele alacağız; devrim ve sonrasında yaşanan, o zamanki Avrupa devletlerinin de hayal edemediği bir hızda gerçekleşen olaylar serisini sizlere genel hatlarıyla aktarmaya çalışacağız. Kanaatimiz odur ki Fransız İhtilali, kendisinden birçok ibret mesajı çıkarılabilecek tarihi bir levhadır.
Devrim Öncesi Süreç
Fransız Kralı XVI. Louis, Paris’e 12 km uzakta Versailles’teki sarayında oturmaktadır. Eşi Avusturya hanedanından Kraliçe M. Antoniette’dir. Halktan kopuk, lüks ve israf içinde olan yaşamları aslında önceki Fransa kral-kraliçelerinin yaşamları gibidir; ancak 18. yüzyılda Fransız toplumunda çok enteresan bir değişim vuku bulmuştur. 1500-1700’li yıllar arasında sadece 1 milyon artan Fransız nüfusu, 1700’lü yıllarda 6 milyon artış göstermiştir. Bu hızlı artış, halkın yiyecek kaynaklarına ulaşmasında problem doğurmuş, önceleri vebadan muzdarip olan halk artık “açlık” sorunuyla perişan hale gelmiştir.
Halkın içinde bulunduğu durum o kadar zorlu bir durumdur ki şikayetlerinin nedeni öyle “sofralarının tek düze, tek çeşit yemekle” dolu olması değil artan ekmek ücretlerinden dolayı “ekmek dahi” bulamayışlarıdır. Fransa’nın sosyal yapısı gereği, üç sınıftan[1] en ayrıcalıklı olanı, yani asiller; çok geniş topraklara sahipti ve bu topraklarda köylüleri köle gibi çalıştırmakta, gelirin büyük bir kısmını ise kendileri gasp etmekteydi. Bu anlattıklarımız size herhalde “feodalite sistemini” anımsatmıştır: Fransa’da her ne kadar feodalite yıkılmış ve bir krallık kurulmuş, köylüler resmi olarak “kölelikten” kurtulmuşsa da fiiliyatta feodaliteye benzer bir sistem yürürlükteydi.
Rahipler kesiminin yani kiliselerin de elinde geniş topraklar (ülkenin dörtte biri kadar) bulunmaktaydı. Bütün bu geniş imkanlara rağmen ne asillerin ne de kilisenin devlete doğru düzgün vergi vermedikleri, birçok vergiden muaf oldukları da ayrı bir adaletsizlik örneğiydi.
Yanlış anlaşılmasın; halk yalnızca köylülerden müteşekkil olmayıp büyük burjuvazi (bankacı, tüccar, sanayiciler) ve küçük burjuvazi (memur, doktor, avukat) de bulunmaktaydı. Halk ekmeğini taştan çıkarmaya, çalışkan burjuvazi ise sanayi ile ülkeyi mali olarak beslemeye yararken asiller -tabiri caizse- işin kaymağını götürüyordu. Neredeyse bütün vergiler halkın omuzları üzerindeydi.
“Açlık” ve “gelir dağılımındaki eşitsizlik” Fransız Devrimi’nin sosyoekonomik hazırlayıcısı durumundayken, 18. yüzyıldaki köklü fikir değişimleri “Aydınlanma Çağı” filozofları tarafından icra edilmekte ve böylece devrimin fikri alt yapısı gün geçtikçe kuvvetlenmektedir. Montesquieu(1689-1755),[2] Jean Jacques Rousseau (1712-1778),[3] Diderot (1713-1784),[4] Voltaire (1694-1178)[5] gibi filozoflarca ortaya atılan düşünceler Maximillian Robespierre gibi diplomatları etkisi altına almış; demokrasi, eşitlik, adalet gibi kavramların yanı sıra “hümanist” felsefe geniş kabul görür olmuştur.
Öte yandan, ülkenin mali ve askeri durumu da hiç iç açıcı değildir. 1777 yılında Atlas Okyanus’un öte tarafında, Amerika’da, İngiltere’ye karşı kolonilerin tutuşturduğu bağımsızlık ateşi Fransa tarafından “körüklenmiş”, bu destek ihtilalin başarıyla neticelenmesine yol açsa da Fransa ekonomisine 1,5-2 milyar zarar vermiştir. Hatta işin en başından beri, Amerika’daki kolonilere silah ve askeri yardımda bulunmanın ekonomiyi zayıflatacağı gerekçesiyle karşı çıkan Fransız Maliye Bakanı Jacques Turgot, görevinden istifa etmiştir.
Ayrıca bu ihtilale yapılan destek, yalnızca ekonomik bakımdan Fransa’yı zayıflatmamakta; Amerika halkının hürriyet gibi temel insan hakları için İngiltere kralına karşı giriştikleri mücadeleden zaferle ayrılmaları, Fransız halkının önünde yakın zamanlı bir örnek olarak durmaktaydı.
Bahsettiğimiz sosyoekonomik, felsefi, askeri ve mali sebepler halkı, her insanın fıtratında yatan adalet hissiyatını harekete geçirmiş ve Fransa adeta “kaynamaya” başlamıştır. Etkin bir yönetici vasfına haiz olmayan XVI. Louis dahi durumun ciddiyetini hissetmeye başlamış ve ekonomik reformlarla halkın “gazını” almaya çalışmıştır. Ekonomi Bakanı olarak halk tarafından da sevilen Jacques Necker’ı görevlendirmiş aynı zamanda ülkenin farklı yerlerinden gelen “Temsilciler Toplantısı” düzenleyerek sorunları çözmeye, halkın sinirini yatıştırmaya çalışmıştır. Halbuki bu toplantı[6], aslında onun devrilme sürecinin de ilk adımı olacaktır.
Devrim Süreci
Fransa’nın politik yönetim birimleri olan “Estate”lerden gelen temsilciler aslında toplumu adil biçimde temsil etmemekte halkın ayrıldığı üç toplumsal sınıfı andırır tarzda bir oluşum sergilemekteydi. 3 Estate bulunmaktaydı, ilk ikisi yalnızca toplumun %3’ünü üçüncüsü ise %97’sini temsil etmekteydi. Temsiliyet oranı böylece dengesizken her bir ‘”Estate”in oyu birbirine müsaviydi (aynı seviyedeydi). 3. Estate daha ziyade sıradan halkın delegelerinden oluşmaktaydı. Bu eşitsizlik ve adaletsizlik “Temsilciler Toplantısı”nın bir sonuca varmasını engelledi, aksine haftalar boyunca süren neticesiz görüşmeler ve 3. Estate delegelerinin toplanmaması için salondaki kapıların kilitlenmesi “ayrılmaya” netice verdi. Kapıların kilitli olduğunu gören delegeler bunun üzerine açık olan “Tenis Kortu” ismi verilen alana girdi ve burada “Tenis Kortu Yemini”[7] edildi. Tenis Kortu Yemini ile halkı gerçek anlamda temsil edecek, insanların ihtiyaç ve arzularını, vergi alınımında adalet taleplerini dikkate alacak bir parlamenter yapı olarak tasarlanan Milli Meclis (Assemblee Nationale) de kurulmuş oldu. Bu demokrasinin, özgürlüğün, eşitliğin ilk adımıydı.

Milli Meclis, Kral’ın kendisini Paris’te güvende hissetmeyip yabancı milletlerden askerleri kendisini korumak üzere Paris’e toplaması üzerine, kralın yetkilerini kısıtlayacak ve milletin hak ve hürriyetlerini savunacak bir anayasa hazırlama kararına vardı. Ancak burada belirmek gerekir ki Milli Meclis ya da Kurucu Meclis (Assemblee Constituante) üyeleri, krala karşı ortak bir tepkileri bulunmakla beraber kendi içlerinde de ihtilaf yaşamaktaydılar. İçlerinden bazıları bildiğimiz anlamıyla Cumhuriyetçilerken (Cordelierler) bazıları ise meşruti monarşiyi savunmaktaydı (Jacobinler).
Milli Meclis yapısının Versailles’ten uzakta Paris’te yönetimi ele geçirmesiyle birlikte XVI. Louis’in devrimcilerle olan mücadelesi başladı. 1789 Temmuz’unda 30.000’e varan askeri birlikle Paris kuşatılsa da devrimciler halkı silahlandırıp isyanı başlattı ve bu isyan Paris’ in zulüm, işkence sembolü olan “Bastille Zindanı”nın halk tarafından ele geçirilmesi ile ilk başarısını elde etti. (14 Temmuz 1789) Bu zindan aynı zamanda barut deposunu da havi olduğundan, içerdiğinden isyancıların ellerine önemli bir koz geçmişti. Bu başarının ardından İnsan ve Yurttaş Hakları Bildirgesi (Déclaration des droits de l’homme et du citoyen) yayınlanarak “arkaik” yani eskimiş, kokuşmuş bütün toplumsal sınıf ayrımlarının kaldırıldığı ilan edilmiş oldu. (28 Ağustos 1789)
Fransız Devrimi buraya kadar anlatılanlardan da anlaşılabileceği üzere bir “halk hareketiydi” ancak aydın kesim, filozof ve politikacılar tarafından da desteklenen bir halk hareketi… Önceleri doğrudan kralı devirme gayesini gütmeyen halk, desteklediği ekonomi bakanı Jacques Necker’ın kral tarafından görevden alınması, Fransız Devrimi’nin daha evvelinden itibaren sembolü olan Fransız Bayrağı’nın (günümüzdeki haliyle aynıdır) kralın ayakları altında çiğnendiğinin duyulması üzerine galeyana geldi ve Versailles’e doğru harekete geçti. (2 Ekim 1789) Yine ilginçtir ki bu hareketi başlatan kesim yetişkin erkekler değil, “balıkçı kadınlar” olarak da bilinen büyük hançerlerle balık avladıkları için kaslı ve aynı zamanda korkusuz olan bir kadın topluluğuydu. Evet bu hareket de yine aydın kesim tarafından destek ve teşvik edilmişti; aktör ise mesleki başarısızlığından dolayı yoksul düşen Jean Paul Maura isimli bir doktordu. “Balıkçı kadınların” (Fish Laides) kralın askeri birliklerine saldıracak kadar gözlerinin kararmasının asıl nedeni ise -tahmin edebileceğiniz üzere- artan ekmek fiyatlarıydı.
20.000’e yakın bu öfkeli birlik kraliyet sarayını kuşattı ve en nihayetinde birçok korumayı da öldürerek kral ve kraliçeye ulaştı. Ancak beklenilenin aksine kral ve kraliçe orada öldürülmedi, hatta Paris’e kapalı bir vagonda, kraliyet arabasında nakledildi. Kraliyet ailesi esir alınmıştı ve Fransa’da yeni bir süreç başlıyordu: Kral’ın sözde “yetkilere” sahip olduğu meşrutiyete benzer bir sistem Ekim 1789 ila Ağustos 1792 tarihleri arasında yürürlükte olacaktı.

[1] Üç sınıf şunlardır: Asiller(La Noblesse), Ruhbanlar(Le Clerge) ve Halk sınıfı (Tiers Etats). Fahir Armaoğlu, 19.Yüzyıl Siyasi Tarihi (1789-1914)
[2] Montesquieu, Kanunların Ruhu (Esprit des Lois) isimli eserinde meşruti monarşiyi savunmakta, mevcut düzenin (mutlak monarşi, krallık) değişebilirliğini vurgulamaktaydı.
[3] Jean Jacques Rousseau; Sosyal Sözleşme’sinde insanlar arasında siyasal eşitliğin bulunduğu demokratik bir toplumu savunuyordu.
[4] Diderot; halkına adaletsizliğin, vergi alınımındaki haksız ayrıcalıkların ve esaretin ne olduğunu anlatmıştır.
[5] Voltaire; kilisenin baskıcı tavrını şiddetle eleştirmiş, vicdan ve fikir hürriyetini savunmuştu.
[6] “Etats-Generaux’’ adıyla da anılan bu toplanma biçimi, 1614 yılından bu yana toplanmamıştı, dolayısıyla 175 yıl sonra 5 Mayıs 1789’ da toplanacak olduğunda hangi usule göre toplanacağı, temsiliyet oranının ve oy verme biçiminin nasıl olacağı bilinmiyordu.
[7] Serment du jeu de paume: Tenis Kortu Yemini