Bu yazıyı 5 dakikada okuyabilirsiniz.
Fransız asıllı Victor Hugo’nun (1802-1885) 26 yaşında şahit olduğu idam sonrası, takma adla kaleme aldığı, romancılığın ilk örneklerinden olan “Bir İdam Mahkûmunun Son Günü”, özgün adı ile “Le dernier jour dun condamné”, ilk kez 1829’da Charles Gosselin tarafından basılmış, Türkçeye Volkan Yalçıntoklu tarafından aktarılmış, dünya klasikleri arasına girmiştir.
Yazılış gayesiyse idam cezasını eğlenceymiş gibi izleyen insanları eleştirmek, idam cezasının trajik yanlarını ortaya koymaktır. Kitap idam mahkûmunun zihninden bir anlatımla yazılmıştır. Hugo, ön sözde idam hakkındaki görüşlerini manifesto havasında sunmuş, sonrasında romanının ön hazırlığının, konusuna dair konuşmaların yer aldığı bir piyesle kitabına eleştirilerini halktan kişiler aracılığıyla yaparak farklı bir çalışma ortaya koymuştur.
Romanın Özeti
Cinayetle yargılanan mahkûm, başlarda af çıkabileceği veya cezasının hapse çevrilebileceği umudu içindedir. Sonrasında beş hafta sürekli olarak ölümü düşünür. Daha ölüm gelmeden idam korkusu benliğinin her noktasına işler, her saniyede ölümünü kurgular. Nihayet o gün gelir, önceden idamına tanık olduğu kişilerin zindana yazdıklarıyla korkudan titreyen mahkûm, eşini, annesini, en çok da kızı Maria’yı düşünür. Toplanan sabırsız halk, esnaflarla ortalığı panayır yerine çevirmiştir. Gardiyanlar gelirler, mahkûm, idam kararından beş hafta sonra infaz edilir.
“Bağlayın ellerini, çırpınmasın ölüme giderken! Saçlarını da tıraş edin, kesilen kafası güzel görünsün! Gömleğinin boynunu kesmeyi unutmayın, bıçak güzelce koparsın kafasını! Ha bir de söyleyin dışarıdaki insanlara, az kaldı istedikleri vahşet gelmek üzere! Merhamet diyorum, doğadaki tüm canlılarda sınırsızca bulunan merhamet neden biz insanoğlunda yok!”
Kitap Hakkındaki Görüşlerim
Kendisini bir çırpıda okutturan, idam mahkûmunun karamsarlığını, umudunu, hüznünü, hayatın yaşanmış acı gerçeğini yüze vuran bir kitaptı. Okurken idam mahkûmlarına üzülmekten çok; onlara bu acı bekleyişi çaresizce yaşatan sistemin kurucusunun ve alkışlayan kalabalığın insanoğlu olmasından rahatsızlık duydum, göz göre göre bu sistemi sürdürmelerine de şaştım kaldım.
“Korkulacak bir şey olmadığını, acı çekilmediğini, sakin bir ölümle ölümün kolaylaştırıldığını söylüyorlardı. Hey! Peki ya 6 haftalık can çekişmeye, gün boyunca süren bu iniltiye ne demeli? Çok yavaş ve çok hızlı geçen o telafisi imkânsız son günün endişelerine ne demeli? Giyotine çıkan ıstırap merdivenine ne demeli!” (s. 61)
Tabii ki hiçbir zaman tarihte yazılanların tam şuuruna varıp zamanın koşullarıyla düşünemeyiz. Bundan dolayı şimdi bakıp da kabul edemediklerimizi o zaman insanlar gık demeden kabul etmiş, alkışlayan el olmuş, mahkûmu Greve Meydanı’na götüren şoför olmuş, teselli veren rahip olmuş, kendisi gibi etten tırnaktan birinin son soluğu, cellat olmuş. Asıl acısı da Hugo’nun zamanında, 1800’lerde, bir fayda görülmemesine rağmen tarih aralarında darağacının farklı ülkelerde tekrar tekrar gündem olmasıydı benim gözümde. Bu acı sahnelerin senaristi, oyuncusu, kameramanı, alkışlayan izleyicisi olmaktan çekinmeyen insanoğlu; nasıl da aynı çukura girmekte bu kadar hevesli olabiliyor.
“Hiçbiri benden nefret etmeyen, hepsi benim için üzülen ve isteseler kurtarabilecek olan bu adamlar… Marie, beni öldürecekler, bunu anlıyor musun? Hem de her şeyin düzene girmesi için törenle, soğukkanlılıkla! Aman Allah’ım!” (s. 47)
“Merak ediyorum, giyotinle olmasa da insanların canını vahşice alan ve buna seyirci kalan milyonlar hala neden kana doymuyor?”
İşte bu kitap mahkûmun zindanda ölümü beklemesiyle, rahibin soğuk tesellisiyle, halkın “Oh olmuş!” alkışlarıyla, esnafın Greve Meydanı Şöleni’nden kazandıklarıyla, böyle acı sahnelerle ülkenin ilerleme kat edemeyeceğini gösteriyor. Kitap, idam gerekli diyenlerin tezlerini çürütüp “Bir anayı evlatsız, bir kadını kocasız, bir kızı babasız bırakmaya değer miydi?” diyor.
“…Bu masumların suçu ne! Onurları lekeleniyor, felakete sürükleniyorlar: Bunun adı adalet.” (s. 13)
Bazen öyle haberler olur ki; böyle bir katil, istismarcı, suikastçı böyle bir hain idam edilsin diye öfkeyle söylenebilir, hele de asıl mağdurlar tarafından. Ama bir mahkûmun cezasının idam olacağı; bir anlık öfkeyle değil aklıselim olarak vatanın gelecekte nasıl ve kimlerle idare edileceğini, idam kararı yetkisine kimin geleceğini, mahkemenin de bir gün değişebileceğini, kontrolün belki de en olmaması gereken kişilere geçip masumlara zulüm edilebileceğini düşünüp öfkeli halk yatıştırılmalı, böyle bir yetkinin herkesin hayatını riske attığı açıklanmalı, idamın adaleti sağlamakta faydadan çok zararı olduğu gösterilmelidir diye düşündüm kitaptan sonra.
Kitapta mahkûmun suçundan çok; idam cezasının hissettirdiklerine ve toplumda nasıl karşılandığına değinilse de bir bölümde suçun “adam öldürmek” olduğu geçiyor. Bu okuyucuyu tekrar bir düşünmeye yönlendiriyor. Okuyucu orada “Evet idamı hak etmiş.” diyebilir, adam öldürmenin hangi koşullarda gerçekleştiğini bilerek fikir yürütmek isteyebilir ya da tehlikeli ellerde, yanlış yargıda kötüye kullanılabileceği için idamı baştan reddedebilir. Okuyucuda böyle bir iç tartışma yaratması kitabın beğendiğim özelliklerinden.
“Sahte siyasi gerekçeler ne kadar iğrenç! Bir düşünce, bir hayal, bir kavramdan dolayı giyotin adı verilen o korkunç gerçeklik!” (s. 16)
Kişinin fikrinden dolayı sorgulanması, dışlanması ne kadar kötü. Hiçbir şeyin kesin doğrusu yokken fikrini dayatmak isteyen kendini bilmişler çoktur, işin komik tarafı da o “dayatılan doğru” güç sahibiyle beraber koltuğu devreder ve bir de bakmışız ki “kesin yanlış” olarak karşımızda.
Beni etkileyen bölümlerden biri de 43. (XLIII.) Bölüm’dü. Mahkûmun son kez gördüğü küçük kızı Maria, babasını tanıyamayarak ona “Bilmiyor musunuz bayım? Babam öldü.” diye cevap vermiştir. Çok üzücü ama yaşanmış, yaşatılmış bir gerçek.
“Ne yazık! Dünyada sadece tek bir varlığı bütün kalbiyle sevmek ve karşınızda durup size bakar, cevap verir, konuşurken, sizi tanımadığını fark etmek!” (s. 67)
Ne içindi tüm bunlar, “İdam halka ibretliktir.”. Peki, niye idamı planlamak, giyotini yağlamak, bıçağı biletmek kadar “Niye katil olmuş?” diye düşünülüp başkaları katil olmasın diye somut etkenlere çare aranmamış!
“Ben pahalıya mal olan bir mahkûmum ve tüm mal varlığım masrafımı ancak karşılar. Giyotin çok lüks bir idam aracı.” (s. 13)
Bu kitaptan sonra anladım ki idam cezası bir kolaya kaçıştır. Ses kesmektir. Konuyu soğuk bir sessizlikle örtmektir. Öfkeyle kalkışı zararla oturtmaktır. Sözde “ceza” olan gerçek bir vahşiliktir.
“Darağacının, devrimlerin yok edemediği tek anıt olduğunu söylemiştik. Gerçekten de toplumu budamak, dallarını koparıp, kellesini uçurmak için gelen devrimlerin insan kanına dokunduklarına nadir rastlanır, ölüm cezası ellerinden kolayca bırakamadıkları bir bıçaktır.” (Ön sözden)
Size de aktarmaktan memnun olduğum, Victor Hugo’nun bu kitabı hakkındaki görüşlerim, değer verdiğim hukuk fakültesi arkadaşlarım ve avukat bir hocamızla gerçekleştirdiğimiz sözlü tahlildeki fikirlerden etkilenmiştir. Elbette bana katıldığınız veya katılmadığınız yerler olacak, belki “Adaletin kestiği parmak acımaz.”, “Şeriatta da yeri var.” diyenleriniz çıkacaktır. Ancak ben burada geçen “adaletin” hangi adalet ve “şeriat uygulayanın” kim olacağını seçemedikten sonra “idam hükmü verme yetkisini” pazara çıkarmayı göze alamamaktan bahsetmek istemiştim.
İdam cezası hakkında fikir yürütecek herkesin, öncesinde en az bir kez bu kitabı okumasını tavsiye ederim.
Dipnot: Yazımda, edebiyatvesanatakademisi.com sitesinden yararlandım. Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları’ndan çıkan Victor Hugo-Bir İdam Mahkûmunun Son Günü isimli eserin 27. basımından alıntılara yer verdim ve okurken aldığım notları paylaştım.
Yorumunuz okudum ve çok beğendim. Bir kitabın insanı düşüncelere iteklemesi, kendisi ile baş başa bırakması ve çevresindekiler ile görüş alışverişinde bulunmaya teşvik etmesi; okuyucuya değer katmasının işaretidir. Bu açıdan Victor Hugo’nun bu kitabı çok değerlidir. Keyifli okumalar…
BeğenBeğen
“İnsanların aklı, yeni yeni fikirlerle genişler ve bir daha ilk orijinal boyutlarına geri dönemez.” demiş Oliver Wendell Holmes.
Geri bildiriminiz için teşekkür ederim.
BeğenBeğen