Bu yazıyı 4 dakikada okuyabilirsiniz.
Genel Bilgi
Bir Kuzey Macerası (An Odyssey To The North) adlı öykü Jack London’ın 1900’de yayınladığı Kurdun Oğlu (The Son Of The Wolf) kitabının içindeki hikayelerden birisidir.
Özet
Dünyayı sadece Akatan (Akutan) adasından ibaret sanan kabile ve kabile reisi Naas, mutlu mesut kendi dünyalarında yaşamaktadırlar. Naas, Akatan’da Unga adlı bir kızı sevmektedir. Bu iki sevdalının evlendikleri düğün gününde ufukta bir gemi görünür ve bu geminin dev gibi güçlü kaptanı ve tayfası bu adaya gelir. Kaptan, düğünde Unga’yı görünce onu çok beğenir ve bu yüzden o gece zorla onu kaçırır. Ellerinde mızrak, ok gibi ilkel silahları bulunan yerliler, tüfek ve top gibi güçlü silahları bulunan batılılara karşı koyamazlar.
Bu durum Naas’a çok ağır gelir ve eşini bulmak için yollara düşüp senelerce dünyayı gezer. Sevdiği kadına tekrar kavuşmak için binbir türlü dert, çile çeker. Tıpkı güneşin altında pişen meyveler gibi Naas da zamanla olgunlaşır.
Bir gün Unga’nın izini bulur ama o kadar çok sene geçmiştir ki karısı ve onu kaçıran kaptan, Naas’ı tanımazlar bile, bunun üzerine Naas da fırsat kollamaya başlar. Bir gün Kanada’nın kuzeylerinde altın madeni ararlarken, soğuk ve açlıktan kaptan takatsiz kalır ve bir yere yiyecek zulalayan Naas, kendisi gizli gizli yiyecek yerken kaptanın ölmesine göz yumar. Naas kendini tanıtarak Unga’nın kendisiyle gelmesini ister ama Unga, o eski kadın değildi, değişmiş ve artık kaptanı sevmekteydi. Bu istek karşısında Unga gülerek dalga geçer ve Naas’ın kaptanın ölmesine göz yumduğunu anlayınca onu bıçaklar. Naas, o dondurucu soğukta Unga’yı terk eder ve soluğunu zar zor bir kulübede alır. Naas’ın bu hayat hikayesini kulübede bulunan iki adama anlatırken öğreniriz. Yazar hikâyeyi burada bitirir ve okuyucu derin düşüncelerle baş başa bırakır.
İnceleme
Bir Kuzey Macerası kısa (yaklaşık 50 sayfa) ve gerçekten öz bir hikayedir. İnsanı derinden etkileyen olay örgüsü var. Bir Kuzey macerası, bir şeye ömrünü adadığın halde onun karşılıksız kalabileceğini göstermesi, bir aşk uğruna tüm zenginliklerden vazgeçip sefil ve yoksul bir hayata düşürebileceğini, hiç beklemediğin bir insanın tamamen değişebileceğini ve o kuzeyin sert kışını tüm varlığıyla iliklerinde hissettirdiği için ve Jack London’un kendi yaşamında denizci olması ve kuzeyleri çokça gezmesi oralarda binbir maceraya atılması nedeniyle bu öyküyü kendi tecrübelerini içselleştirerek yansıtabildiği için son derece etkileyici ve gerçekçi bir hikayedir.
Orijinal Ve Çeviri Üzerine Eleştiri
Bu hikâyeyi orijinal aslından ve Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları’ndan çıkan, Levent Cinemre’nin çevirisinden okudum. Önce aslı üzerinde konuşacak olursam, ileri seviye de İngilizce bilenlerin rahatlıkla okuyabileceği ama orta seviyede olanların zorlanacağı bir kitap. Başlangıç seviyesine asla önermiyorum (kısa olması aldatmasın). Kitabın zor olmasının nedeni, kuzey hayatına dair birçok imge (kızak, su samuru ve kürkü vb.) ve o döneme ait “Voyageur, Louis Riel, Metis halkı” gibi kavramlar içermesi ve London’un başarılı bir dil kullanması yani bazı ifadelerin deyimler ve atasözler gibi göründüğü anlamı kastetmemesidir. Bu yüzden İngilizceye iyi hâkim olmak gerekiyor. Kitap ilk başlarda zorlasa da sabredip okumaya devam edince kavramlara ve üsluba alışıldığı için hikâye anlaşılır olmaya başlıyor ve okuyucuyu içine çekiyor.
Çeviriye gelecek olursam, kitapta spesifik kavramlar olduğu halde güzel açıklayıcı dipnotlar olması sayesinde genel manada tatmin edici bir çeviri olmuş. Elbette çeviri hataları mevcut. Daha ilk sayfada “barely ten below zero” kısmını “en fazla sıfırın altında yirmi üç dereceydi” diye çevrilmiş, doğrusu “ en fazla (ancak) sıfırın altında on dereceydi” olması gerekmektedir. Bazı yerlerde, yazar cümleyi devrik kullandığı halde çevirmen cümleyi normal olarak çevirmiş. Asıl üslubuna sadık kalınması gerektiğini düşünüyorum. Son bir örnek verecek olursam, mesela “Prince had seen few women in many months” ifadesini “…aylardır doğru dürüst kadın yüzü görmemişti.” diye çevirmiş. Anlam olarak sorunlu bir çevirisi olmasa da asıl orijinal anlamını vermemektedir. “…aylardır çok az kadın yüzü görmüştü.” diye çevrilmesi daha doğru olurdu çünkü hiç görmemekle çok az görmek arasında fark vardır. Bir roman çevirisi olsa çok da önemi olmayacak olan bu nüans farkı, hikâye olunca okuyucunun kısa olan hikâyeyi içselleştirebilmesi için önem kazanmaktadır.
Çeviri işi son derecede önemlidir. Mütercim, çevireceği kitabın yazarını çok iyi tanımalı ve tıpkı onun gibi düşünebilmeli, o dönemin dil kullanım biçimini özümseyebilmeli ve eserin çevrileceği dile neredeyse bir yazar edasında hâkim olmalıdır. Bir eser, çevrilirken çevrildiği dilde yazılarak tekrardan yaratılır. Bundan dolayı asla orijinal halini tutmamaktadır. Okuyabilecek durumdaysanız hatta değilseniz bile çaba sarf ederek eserin özgün dilini öğrenip aslından okuyunuz. Öyle eserler vardır ki sadece onun hatırına o dil öğrenilmeye değer. Tüm bunlara rağmen yok ben İngilizceden okuyamam derseniz, Levent Cinemre’nin çevirisi benim gözümde genel geçer not aldı, okuyabilirsiniz.