FELSEFE, Felsefe Tarihi

İnsanın Anlama Yetisi Üzerine Bir Soruşturma-2: Hume’un Nedensellik Eleştirisi

Gözlemlediğimiz olaylarda sürekli olarak birlikte meydana geldiğini gördüğümüz iki olaydan önce gerçekleşenin sonra gerçekleşenin nedeni-varlığa gelmesini sağlayan ilkesi olarak görmek ya da felsefedeki karşılığıyla nedensellik ilkesi, tarih boyunca birçok eleştiriye uğramıştır. Hume’un nedensellik eleştirisi ise geçmişteki bu eleştirilerden kendi kurduğu zihin işleyiş mekanizması bakımından ayrılır: En özet ifadeyle Hume, nedensellik ideası ile onunla ilişkili nesneler arasında zorunlu bağlantı ve güç bulunduğu ideasına karşılık gelecek hiçbir izlenim olmadığını ve dolayısıyla neden-etki arasındaki ilişkinin akıldan değil hayal gücünün kurduğu bir tür inanç ve alışkanlıktan kaynaklandığını ileri sürmüştür.  Biz bu yazımızda Hume’un nedensellik eleştirisinin izini sürüyor ve sınırlılıklarını keşfetmeye çalışıyoruz.

FELSEFE, Felsefe Tarihi

İnsanın Anlama Yetisi Üzerine Bir Soruşturma-1: Hume’un Zihin Felsefesinin Temelleri

İnsanın anlama yeteneğinin sınırları üzerine derinlemesine düşünceler getiren filozoflardan birisi de 18. yy’da yaşamış David Hume’dur ve onun “İnsanın Anlama Yetisi Üzerine Bir Soruşturma” (An Enquiry Concerning Human Understanding) isimli eseri bu konuda yazılmış en önemli kitaplardan biridir. Eseri boyunca Hume, insan aklının sınırlılığına ilişkin çeşitli yönlerden argümanlar getirmiş ve teolojik ve metafizik konuların neredeyse bütününde insan aklının tutarlı ve doğru bir bilgiye ulaşamayacağını vurgulamıştır. İngiliz empirizminin özgün bir üyesi olan Hume, John Locke’dan devraldığı idealar yöntemini eserinin merkezine konumlandırmış, bu yönteme dayanarak nedensellik başta olmak üzere birçok konuda tecrübenin yani deneyimlemenin dışında erişebileceğimiz bir bilginin olmadığını vurgulamıştır. Biz bu yazı serimizde Hume’un tezlerini yukarıda ismi geçen eser üzerinden kritik bir incelemeye tabi tutmaya çalışıyor ve ilk yazımızda Hume’un zihin felsefesinin temelleri olarak görebileceğimiz izlenim ve idea kavramlarını inceliyoruz.

Bilim Felsefesi, FELSEFE

Doğa Yasalarının Kökeni-3: Doğa Yasası Argümanı

Doğa yasalarının nereden geldiği sorusuna cevap aradığımız ve bu soruya verilen cevaplardan mevcut bilimsel paradigmanın, metodolojik natüralizmin, savunmamıza “izin verdiği” yaklaşımları irdelediğimiz yazılarımızın sonuncusunda yasaların evrensel özellikler olarak soyut biçimde evrende var olup soyut olanı yönettiği iddiasında bulunan bilimsel realizmi inceliyoruz. Müteakiben, yasaları yalnızca düzenliliklerin bir ifadesi olarak gören “düzenlikçi” yaklaşımı ele almalıyız; zira başlıkta belirttiğimiz doğa yasası argümanı ancak yasaların kendi başlarına bir varlıklarının olmadığı ve yansıttıkları düzenliliğinin kaynağına inebilmek için doğa üstüne başvurmanın gerektiği farkına varıldıktan sonra anlamlandırılabilecektir.

Bilim Felsefesi, FELSEFE

Doğa Yasalarının Kökeni-1: Mutlak Olasılıkçı Yaklaşım

Doğa yasaları hakkında üç temel görüş bulunduğunu ve bunlardan birincisinin bizim “mutlak olasılıkçılık” ismini verdiğimiz yaklaşım olduğunu bir önceki yazımızda belirtmiştik. Bu yazımızda öncelikle söz konusu yaklaşımda doğa yasalarının nasıl tarif edildiğine değineceğiz, sonrasındaysa argümanın dayandığı temel kavramlar olan “şans” ve “denenme” ne kadar mantıklı olduğunu değerlendirmeye çalışacağız. 

Bilim Felsefesi, FELSEFE

Gerçekliğe Ulaşmada Empirizmin Yeri: Deneye Deneye Nereye Kadar?

Modern bilimin felsefesinin ya da metodolojik natüralizmin felsefi temellerinden birinin empirizm olduğunu, bu felsefi ideolojide herhangi bir önermenin anlamlı ve güvenilir kabul edilebilmesi için deneysel (empirik) bir temelinin olmasının şart koşulduğunu[1] yazı serimizin ilk yazısında belirtmiştik.