Akademik Eser, Kitap, İNCELEMELER

Tabiat Kanunları Değişmez Mi?-1 Zorunluluğun Tenkidi

Bu yazıyı 12 dakikada okuyabilirsiniz.


“Tabiat Kanunları Değişmez Mi?” isimli eser, felsefe tarihi profesörü Süleyman Hayri Bolay’ın 19.yy felsefesinin önemli simalarından Fransız filozof ve eğitim bilimci Emile Boutroux (Butru)’nun varlık felsefesi ve zorunluluk-determinizm eleştirisini tetkik ettiği çalışmasıdır. Eser, akademik bir dille yazılmasına karşın; determinizm-pozitivizm-natüralizm ile bilim arasındaki ilişkiyi araştırması, bilimsel bilgiye göre ahlak – din – sanat gibi değerlere ilişkin alanların sınırlandırılması (bilimcilik) problemi üzerine eğilmesi ve insan iradesinin hürlüğünü savunan ideallere bağlı dinamik bir ahlak anlayışını zorunsuzluk üzerine temellendirmesi bakımından Boutroux’un felsefesini mercek altına alan kıymetli bir niteliğe sahiptir. Özellikle Prof. Bolay’ın her alt bölümün sonunda o bölümü özetlemesi, konunun en önemli noktalarını sık sık farklı vesilelerle tekrarlamış olması kitabın anlaşılmasını kolaylaştırmakta ve tezlerin akılda kalıcılığını arttırmaktadır.

Resim 1. Soldaki Fransız filozof Emile Noutroux, sağdaki felsefe tarihçisi Süleyman Hayri Bolay

Boutroux, döneminde oldukça baskın olan pozitivizm-determinizme karşı oldukça genç sayılabilecek bir yaşta (27 yaşında) yeni bir doktrin (Zorunsuzluk Doktrini) geliştiren ve bu doktrinini ilerleyen yaşlarında iyice açık hale getiren, “spiritüalizmin Rönesans”ını tetikleyen ünlü Fransız düşünürdür. Boutroux; Aristo, Descartes, Kant, J.Lachelier gibi birçok filozoftan faydalanmış olmakla beraber yeri geldiğinde onların düşüncelerini reddedebilmiş, onların pek önem vermedikleri “zorunsuzluk” kavramı üzerine orjinal bir sistem kurabilmiştir. O, kendisinden sonra birçok bilim insanı (H.Poincare gibi), filozof (sezgiciliğin temsilcisi Bergson gibi) ve sosyolog-ahlak bilimciyi ortaya attığı tezleriyle etkilemeyi başarabilmiştir. Ülkemizde ise onun düşüncelerinin izlerini, Ziya Gökalp’te, İsmail Ertuğrul Fenni’de ve Hilmi Ziya Ülken’de takip edebilmekteyiz.

Kitap boyunca zorunluluk “değişmezlik”le, zorunsuzluk ise “belirsizlik”le yakın anlamlarda olacak şekilde kullanılmıştır. Bunun sebebi, olguların zorunlu olarak meydana geldiği takdirde değişmelerinin mümkün olmasından bahsedilemeyeceği, zorunsuzluğun geçerli olduğu durumdaysa olayların hangi yönde cereyan edeceğinin belirlenemeyeceği şeklinde belirtilebilir. Nitekim zorunluluk “olmaması veya olduğundan başka türlü olması imkansız olan şey” olarak tanımlanmaktadır. Zorunsuzluk (contingence-olumsu) ise “bir şeyin meydana gelebilmesi veya gelememesinin eşit imkanlarda olması”dır. Boutroux, sürekli olarak pozitif bilimlere uygunluğun ölçütünün ne olması gerektiği (zorunluluk mu yoksa zorunsuzluk-belirsizlik mi) üzerine tartışmaktadır; yoksa onun amacı pozitif bilimlerin hali hazırda zorunluluk kavramına göre yapıldığını gerekçe göstererek onları değersizleştirmek değildir.

Resim 2. Zorunsuzluk (Contingence-Olumsuluk) Doktrini, doğadaki fenomenlerin gözlemlediğimiz şekilde meydana gelmesinin zaruri değil, olmaya yakın (olumsu) olduğunu savunan düşünce sistemidir.

Boutroux’un felsefesinde her varlık kademesinde (varlık, cins, madde, matematik, fizik, canlılar alemi ve düşünen alem olan insan) ayrı ayrı kanunlar geçerlidir ve bu kanunların her birini kendi sisteminde karşılık gelen varlık tabakasının başlığı altında (mesela fizyolojik kanunları canlılar katmanında ) zorunluluk-zorunsuzluk bağlamında incelemiştir. E.Boutroux, öncelikle varlık kademelerinde zorunluluktan bahsedilemeyeceğini göstermeye çalışmış (1), sonrasında bu zorunluluğun delili gibi yorumlanan doğa yasalarını tenkit etmiş(2), nihayetinde ise “zorunluluğun” ve “değişmezliğin” yerine zorunsuzluk (contingence-olumsu) doktrinini ve süreksizliği-değişimi koymaya çalışmıştır(3). Kitabın bölümleri de bu şekilde üçe ayrılmış olup bizim de inceleme yazılarımızda takip etmeye çalışacağımız sıralama bu şekildedir. Öyleyse şimdi ilk olarak varlık kademelerinde zorunluluğun tenkidi üzerine dikkat kesilelim.

Zorunluluğun Tenkidi

Boutroux’un zorunluluk araştırmasında (1) ilk ele aldığı varlık katmanı, varlığın kendisidir. Filozofumuz, varlığa ilişkin bilgilerimizin en temelde zorunlu olarak nitelenip nitelenemeyeceği hususunda bilgi edinme sürecimizde temel bir rol oynayan nedenselliğin zorunluluğunun tartışılması gerektiğinin farkındadır.

Boutroux’a göre nedensellik, a posteriori olarak yani deney ve tecrübelerimize dayanarak ispatlanamayacak olan sebep ile sonuç arasındaki bağdır. Nedensellik, varlıklar arasındaki değişmeyen bağları ifade eden zihnimizin “sentezlediği” a priori hükümlerdir. Dolayısıyla nedensellik, öncekinin (sebep) sonrakini (sonuç) yaratması-meydana getirmesi anlamında kabul edilemez, çünkü gözlemlerimiz sonuçların sebepler tarafından meydana getirildiğine ilişkin bilgiyi veremez; sadece zihnimizin sebep (mesela ateş) ile sonuçları (mesela yanma) birlikte görmesine ve değerlendirmesine ilişkin sürekli aynı şekilde verdiği hükümler bulunmaktadır. (“Ateş yakar” hükmü gibi)

Boutroux, bu hükümlerin zorunlu olduğuna işaret ediyor ta ki olaylar-nesneler arasındaki ilişkilere göre evreni tanıyan insan zihninin ulaştığı bilgilere güvenilebilsin. Aksi takdirde -yani olaylar arasındaki ilişkinin devamlılığına dair elimizde güvence olmadığı takdirde- elde ettiğimiz bütün bilgilerden mutlak anlamda şüpheye düşmemiz tehlikesi söz konusudur. 

Bununla birlikte Boutroux, nedenselliğin unsurlarının (yukarıdaki örnekten devam edecek olduğumuzda ateş, sıcaklık, yanma, yanan madde gibi) deneyden alındığını ve bu sebeple nedenselliğin dış dünyada, tabiatta zorunlu olmayıp iç dünyamızda yani zihnimizde geçerli olduğunu belirtmiştir. İlaveten, zihnimizdeki nedensellik prensibinin dış dünyadaki varlıklara nüfuz etmesini (yani olayların zihnimizde olduğu için dış dünyada da öyle gerçekleşeceğini) iddia edemeyeceğimizden nedenselliğin ifade ettiği zorunluluğun varlıkların tabiatına da işleyebileceği iddia edilemeyecektir. Kısacası Boutroux’un nedenselliğin zorunluluğuyla kastettiği klasik anlayışta nedeni sonucu icad etmekte eli mecbur gören anlayıştaki zorunluluktan farklı olarak zihnimizde yer alan bir fonksiyonun zorunluluğuna-kesinliliğine işaret etmektedir.

Resim 3. Emile Boutroux’a göre nedenselliğin unsurları (ateş, sıcaklık, yanma, yanan madde) tecrübi bilgiyle anlaşıldığından nedenselliğin a posteriori yönü de bulunmaktadır ve bu yönü deney verileriyle ispatlanamaz.

Zorunsuzluk filozofunun eğildiği ikinci alan (2) cinsler-kanunlar varlık katmanı olup nesnelerde gözlemlediğimiz benzerlik ve farklılıklara göre onları gruplandırmamızın zorunluluğunu tartışmaktadır. Bu bölümde, mantık ilminin kanunlarının zorunlu olmadığını; mantığın bilgide vazgeçilmez yani güvenilir bir rolü olmasına rağmen soyut bir bilim olduğundan dolayı, kendisinin belirttiği dil bilimsel olarak kesinliğin dış dünyada da kesin ve geçerli olmak zorunda olmadığını savunmaktadır. 

Bouroux’a göre nedensellik prensibi tam bir zorunlulukla kabul edilseydi, bu takdirde “sebepler” sınırlanmamış ve başıboş biçimde kalacak, neticeleri “kör bir kuvvetle” icad etmekte olan böyle sebepler de tesadüfi sonuçlar meydana getirmekten öteye geçemeyeceklerdi. Evreni teşkil ettiği söylenen kuvvetlerin (kütle çekim – elektromanyetik- zayıf ve güçlü nükleer kuvvetler) zorunluluk belirtmesi halinde bu kuvvetlerin birbirleriyle etkileşimleri belirli sınırlar altına alınamayacak, rastgele hareket etmeleri önlenemeyecek ve aralarında herhangi bir ahenk tesis edilemeyecekti. Bunu ahşap oymacılığı sanatında hep aynı doğrultuda monoton biçimde işleyen kuvvetlerin tümsek ve çukurlar meydana getirmekten başka bir şey yapamamasına ve düzenli şekillere sebep olamamasına benzetebiliriz.

Resim 4. Ahşap oymacılığı sanatında uygulanan kuvvetin çok farklı doğrultularda ve büyüklüklerde olması gerekir; monoton uygulanan kuvvetler, anlamlı şekillere yol açamaz.

Kuvvetin (enerjinin) korunumu yasası hakkında Boutroux, bu yasanın ancak olguların gözlemlenmesi sonrasında ortaya atılan a posteriori bir bilgi olduğunu, deneyin ise bize yalnızca nesnelerin sınırlı bir kısmını tanıtabileceğini dolayısıyla da gözlemleyemediğimiz evrende de söz konusu kanunun geçerli olduğunu metafizik bir ilke olmaksızın iddia edemeyeceğimizi savunmaktadır. Ayrıca enerji korunumuna ilişkin formülün (U2 – U1 = Q + W) yalnızca matematiksel bir ifade olduğunu, bu formülün nesneleri ne yaratıp ne de idare edebileceğini, onun yalnızca nesneler arasındaki dış ilişkilerin bir ifadesi olduğunu belirtmektedir. Başka bir deyişle, yukarıdaki matematiksel ifadenin sistemin içindeki moleküllere, verilen ısı(Q) ve uygulanan işin(W) toplamı kadar iç enerjilerinde artmayı dayatabileceğini ya da onları bu yönde idare edebileceğini söylemek mümkün değildir; çünkü formülün varlığı yalnızca soyut ve zihni olup somut olana hükmetmesi, sirayet etmesi söz konusu olamaz. Böylece Boutroux, (3)maddelerin içkin bir zorunluluğa sahip olmadıklarını, değişmez ve zorunlu bir kanun olarak kabul edilen Termodinamiğin Birinci Yasası üzerinden tartışarak reddetmektedir.

(4) Cisimlerin onları dışarıdan etkileyen herhangi bir zorunluluğa maruz kalıp kalmadıkları problemine Boutroux’un yaklaşımı günümüz fiziğindeki Kaos teorisini andırmaktadır. Fizik olayların (mesela yağmurun yağması) mekanik şartlarını (mesela hava akımlarını üreten unsurlar) tam olarak tespit edemeyişimiz sebebiyle vardığımız sonuçların tahmini ve kırılgan olması söz konusudur. Mekanik şartlara ilişkin ilk hareketlerde olabilecek küçük değişimlerin neticede büyük farklılıklara yol açabileceğini de hesaba kattığımızda gözlemlediğimiz olgu tahmin ettiğimizden oldukça farklı bir şekilde cereyan edebilir. Dolayısıyla yalnızca gözlemlerimize dayanarak ilkin (mekanik) şartlarda herhangi bir zorunluluk olduğunu öne süremeyiz. Çünkü gözlemlerimiz ilkin şartlara bağlı gelişen olgular(yani sonuçlar) üzerine odaklanmıştır ve olasılıklı olmanın zorunsuzluktan mı yoksa zorunluluk olmasına rağmen ilkin şartları tamamen tespit edemeyişimizden mi kaynaklandığı bir muamma olarak kalacaktır.

Boutroux’nun (5) canlı varlıklar aleminde zorunluluktan bahsedilip bahsedilemeyeceği hususunda incelediği en temel kavram “hayat”tır. Hayatın fizikokimyasal süreçlere indirgenemeyeceğini, yani fizik ve kimya kanunlarının ve nesnelerinin bir toplamı olarak görülemeyeceğini iddia eden filozofumuz bu düşüncesini “fertleşme” özelliğine dayanarak temellendirmektedir. Fertleşme, ayrı ayrı cinslerden cansız maddelerin hiyerarşik bir düzen içerisinde bir araya gelmeleri sonucu artık parçalarında bulunamayacak olan bir hüviyete, özelliğe (doğmak, büyümek, gelişmek ve çoğalmak gibi) erişmelerini ifade eder. Artık bu yeni bütün bir ferttir, yani parçalarına bölünmesi mümkün değildir, yani bölündüğünde parçaları bütünün özelliklerini gösterebilecek durumda değildir. Dolayısıyla bütünde olan (hayat) parçada tam anlamıyla bulunamamaktadır, öyleyse bu yeni durum parçalar olan fiziki ve kimyasal unsurlardan bağımsız ve “öte” metafizik bir unsuru gerektirmektedir. 

Resim 5. Solda hücrede meydana gelen kimyevi reaksiyonlar, sağda ise santal dogma (transkripsiyon ve translasyon) olayları.

Ayrıca salt fiziki ve kimyevi unsurların-olayların toplamının (sebep) hayatı netice verdiğini öne sürmek yine bu görüşte hayatın (sonuç) salt fiziki ve kimyasal unsurların-olayların toplamı olarak tanımlandığına dikkat edecek olduğumuzda döngüsellik gerektirir, yani bir şeyi aynı anda hem sebep hem de o sebebin neden olduğu sonuç olarak görmek mantıksal olarak geçersizdir. O, hayatın maddesini teşkil eden fizik ve kimya unsurlarının belirli bir ahenk ve disiplin içinde tutulabilmeleri için üstün bir müdaheleci (Tanrı) tarafından sürekli bir düzenlemeye ihtiyaç duyulduğunu savunur ve bunun “hakiki bir yaratılış” olduğunu kabul eder. 

Zorunsuzluk filozofumuzun zorunluluğun izini sürdüğü en son varlık tabakası (6) düşünen varlık yani insandır. Boutroux, insan davranışlarında determinizmin savunduğu şekilde bir zorunluluğun bulunup bulunmadığını tartışarak tenkidini psikoloji ve sosyoloji alanlarını da kapsayacak şekilde genişletmiştir. O bu noktada, şuur (bilinç, kognisyon)  kavramını şahsiyet kavramı üzerinden açıklayarak işe başlamaktadır. Şahsiyet; kişinin kendi duyum (beş temel duyu), düşünce ve arzuları üzerinde düşünebilmesi, onları ikinci bir farkındalıkla kavrayabilmesidir. (yani bunları bildiğini bilebilmesidir). Şuur, insanın bilişssel fonksiyonlarından ibaret değildir, onlara yönelik olan ayrı ayrı farkındalıkların bir araya gelmesiyle açığa çıkan bir sentezdir ki hayata katılarak yalnızca canlı varlıklarda meydana gelir.

Boutroux, bu aşamada şuurun ancak hayata katılarak meydana gelebilmesinin onun fizyolojik (organik) şartların-olayların (sinaptik bağlantıların kurulması ya da yıkılması, nörotransmiterlerin salınması vs.) zorunlu bir sonucu olduğunu gösterip gösteremeyeceğini irdeler. Ona göre böyle bir zorunluluğun temellendirilebilmesi için bu şartların bizzat şuur tarafından meydana getirilmediğini göstermek gerekmektedir. Başka bir deyişle şuur (kognisyon) ile onun şartlarının aynı zamanda meydana gelmeleri bir nedensellik ilişkisi içerisinde açıklanacaksa bu takdirde bunlardan hangisinin diğerinin sebebi olduğunu bulabilmek mümkün olmayacaktır.

Resim 6. Boutroux’un Zorunsuzluk Doktrini’ni geliştirmekteki esas amacı insan davranışlarının zorunsuzluğunu olgulara dayanarak temellendirmek böylece onu “determinizmin kıskacından” kurtarmaktı.

Filozofumuz, organik şartlar ile şuur arasındaki ilişkiyi “sebep ile sonuç arasındaki nispetsizlik” açısından da incelemiştir. Ona göre az çok aynı fizik enerjiyi sarf etmiş ve aynı ağırlıkta karbon tüketmiş fiiller arasında (mesela elmayı düşünmekle kalemi düşünmek arasındaki fark gibi) anlam bakımdan mevcut olan aşırı nispetsizlik, bu fiiller arasındaki fizyolojik farklarla (farklı sinapsların aktifleşmesi gibi bazı mekansal farklılıklarla) açıklanamayacaktır. Mesela deliliği dahilikten ayıran fizyolojik fark (nöral devrelerin sağlamlığı ve işlerliği bakımından olan farklılık) ile psikolojik fark arasında bir tenasüp, denge bulunmamaktadır. Nihai olarak ruhsal değişimlerin fizyolojik değişimlerden ibaret olduğu, bu ikisi arasındaki uçurum sebebiyle iddia edilemeyecektir. 

Boutroux, diğer varlık tabakalarında iddia ettiği zorunsuzlukların (kesinsizlik ve belirsizliklerin) birbirine eklenmek suretiyle (zira her varlık tabakası bir önceki tabakayla etkileşim halindedir) en yüksek varlık tabakası olan insanda en yüksek seviyeye ulaşacağını belirtmiştir. Böylece filozofumuz, esas amacı olan insanların davranışlarında zorunlu olmayıp hür olduklarını dolayısıyla yapacağı şuurlu hareketlerinden de mesul olacaklarını açıklayabilmiş ve ahlak-sanat-din felsefesine bağımsız bir konum tesis edebilmiştir.

[Yazı serisinin bir sonraki (ikinci) yazısını okumak için tıklayınız.]

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s