Bu yazıyı 6 dakikada okuyabilirsiniz.
Mülteci; zulüm, savaş veya şiddet nedeniyle ülkesinden kaçmak zorunda kalmış kişiler için kullanılan tabirdir. Mülteciler ırk, din, milliyet, siyasi görüş veya belirli bir sosyal gruba üyelik nedeni gibi haklı gerekçelere dayanan zulüm/şiddet korkusuna sahiptir. Büyük olasılıkla, evlerine dönememekte veya bunu yapmaktan korkmaktadırlar. Savaş ve etnik köken, kabile veya dini şiddet, ülkelerinden kaçan mültecilerin başlıca sebepleridir.(1)
Sığınmacı (asylum seeker) Kimdir?
İnsanlar kendi ülkelerinden kaçıp başka bir ülkeye sığınmak istediklerinde, sığınma başvurusunda bulunmaktadırlar. Bu sayede sığındıkları ülke tarafından mülteci olarak tanınma, yasal koruma ve maddi yardım alma hakkı kazanmaktadırlar. Bir sığınmacı, ülkesinde zulüm görme korkusunun sağlam temellere dayandığını kanıtlamalıdır. Henüz mülteci başvuruları onaylanmayan kişiler bu süre zarfında gittikleri ülkede sığınmacı statüsünde yaşamaktadırlar.
UNHCR (United Nations High Commissioner For Refugees)

Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği (UNHCR), II. Dünya Savaşı sonrasında evlerinden kaçan veya evlerini kaybetmiş milyonlarca Avrupalıya yardım etmek amacıyla 1950 yılında kuruldu. İlk olarak görev süresi 3 yıl olarak düşünülen UNHCR 66 yıldır faaliyetlerine Birleşmiş Milletler çatısı altında devam etmektedir. 1954 yılında UNHCR, Avrupa’da çığır açan çalışmaları sebebiyle Nobel Barış Ödülünü kazanmıştır. UNHCR’nin şu anda 16.765’den fazla personeli bulunmaktadır. Toplamda 138 ülkede faaliyet göstermekte ve kurulduğu ilk yılda 300.000 ABD doları olan bütçesi 2016 yılında 6,54 milyar ABD dolarına ulaşmıştır. UNHCR faaliyet gösterdiği süre boyunca 50 milyondan fazla mültecinin başarılı bir şekilde hayata tekrar adım atmalarına yardımcı olmuştur.(2)
1951 Mülteci Sözleşmesi
1951 Mülteci Sözleşmesi veya 28 Temmuz 1951 tarihli Cenevre Sözleşmesi olarak da bilinen Mültecilerin Statüsüne İlişkin Sözleşme, mültecinin kim olduğunu tanımlayan ve sığınmacıların haklarını ortaya koyan bir Birleşmiş Milletler çok taraflı antlaşmasıdır. Sözleşme, sığınma hakkının hangi durumlarda kabul edileceğini ve sığınma hakkı veren ülkelerin sorumluluklarını, ayrıca savaş suçluları gibi hangi kişilerin mülteci olarak nitelendirilmeyeceğini de belirler.
Sözleşmedeki temel ilke, bir mültecinin yaşamına veya özgürlüklerine ciddi tehditlerle karşılaştığı bir ülkeye geri gönderilmemesi gerektiğini savunan “geri göndermeme” ilkesidir. Bu, artık uluslararası teamül hukukunun bir kuralı olarak kabul edilmektedir.(3)
Mülteci Sözleşmesi, insanların zulüm ve işkenceden dolayı sığınma talebini koruma altına alan İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’nin 14. Maddesine dayanır. Mülteciler sözleşme tarafından kendilerine verilen hak ve ayrıcalıklardan yararlanabilirler.

Türkiye’nin Mülteci Sözleşmesindeki Rolü
Türkiye, 1951 tarihli Birleşmiş Milletler Mültecilerin Hukuki Statüsüne İlişkin Cenevre Sözleşmesi’ne 1961 tarihinde taraf olmuş, sözleşmenin kapsamını genişleten 1967 tarihli New York Protokolü’ne de 1968 yılında katılmış, ancak Türkiye sözleşmeye taraf olurken, coğrafi sınırlama şerhi koymuş ve bu sınırlamayı günümüze kadar da muhafaza etmiştir.(4)
Türkiye sözleşmeye coğrafi sınırlama ile taraf olan tek Avrupa Konseyi ülkesidir ve bu sınır Avrupa Konseyi üye ülkeleri dışından gelip Türkiye’ye sığınanlara mülteci statüsü tanımayacağı anlamına gelmektedir. Türkiye sözleşme hükümlerine göre mülteci statüsü alabilecek Avrupalı olmayan kişileri iç hukuktaki düzenlemelerle “şartlı mülteci” olarak tanımlamakta ve üçüncü bir ülkeye yerleştirilinceye kadar süreli bir koruma sağlamaktadır.(5)
18 Haziran 2020 UNHCR Küresel Eğilimler Raporu(6)
UNHCR’nin 20 Haziran Dünya Mülteciler Günü’nden iki gün önce yayınlanan Küresel Eğilimler raporu, 2019 yılı sonu itibarıyla şimdiye dek görülmemiş bir sayı olan 79,5 milyon insanın yerlerinden edilmiş olduğunu gösteriyor. Bu 79.5 milyon kişinin %40’ı yani yaklaşık 32 milyonu çocuklardan oluşmaktadır. Ayrıca rapor çok önemli bir noktaya dikkat çekiyor: 1990’lı yıllarda her yıl ortalama 1,5 milyon mülteci evlerine geri dönebiliyordu. Son 10 yılda ise bu sayı yılda yaklaşık 385.000’e düşmüştür. Bu da günümüzde yerinden edilmedeki artışın buna bulunan çözümlere oranla çok daha fazla olduğunu göstermektedir.
BM Mülteciler Yüksek Komiseri Filippo Grandi konu hakkında şöyle bildiriyor: “Günümüzde zorla yerinden edilme olgusunun değişim geçirerek yalnızca çok daha yaygın olmakla kalmayıp kısa süren, geçici bir olgu olmaktan çıktığına tanık oluyoruz.İnsanların, eve dönme şansı ya da bulundukları yerde bir gelecek inşa etme umudu olmadan, yıllarca süren bir kargaşa durumunda yaşaması beklenemez. Evini terk etmiş herkese karşı, özünde daha yeni ve daha kabul edici bir tutum ile yıllarca süren böylesi acıların yaşanmasının temelinde yatan çatışmaları çözmeye adanmış bir gayrete ihtiyacımız var.”
Raporda yayınlanan dikkat çekilmesi gereken önemli hususlardan bazıları şunlardır:
- Son 10 yılda en az 100 milyon kişi ülkeleri içinde ya da dışında sığınma arayışı içinde evini terk etmek zorunda kaldı.
- 2010 yılından beri zorla yerinden edilme durumları neredeyse ikiye katlandı. (2010 yılında 41 milyon kişiye karşı bugün 79,5 milyon)
- Dünyada yerinden edilmiş insanların üçte ikisi toplamda 5 ülkeden geliyor: Suriye, Venezuela, Afganistan, Güney Sudan ve Myanmar.

Türkiye ve Mültecilik
Türkiye, geçici koruma altındaki yaklaşık 3,6 milyon Suriyeli ve diğer milliyetlerden 400.000’e yakın mülteci ve sığınmacı ile dünyanın en büyük mülteci nüfusuna ev sahipliği yapmaktadır. Avrupa’da Türkiye’den sonra en çok sığınmacı/mülteciye sahip ülke dünya genelinde 5. sırada olan ve 1,1 milyon mülteciye ev sahipliği yapan Almanya’dır.
Türkiye’deki mültecilerin %98’inden fazlası kentlerde, kent çevresinde ve kırsal bölgelerde yaşarken geri kalan mülteciler (%2’nin altında) Geçici Barınma Merkezlerinde yaşamaktadır.
Türkiye Cumhuriyeti Devleti sınırları içerisindeki mülteci ve sığınmacılara yönelik müdahalelerde liderlik rolünü üstlenirken UNHCR Türk makamlarıyla ortak çalışmalar yapmakta, Türkiye’nin mülteci müdahalesine destek olmaktadır. UNHCR, Türkiye’de yerel, bölgesel ve ulusal düzeyde belediyelerin de içinde yer aldığı kamu kurum ve kuruluşlarıyla ayrıca ulusal ve uluslararası sivil toplum kuruluşları, diğer Birleşmiş Milletler kuruluşları, özel sektör, mülteciler ve ev sahibi topluluklarla ortaklaşa çalışmalar yürütmektedir. BM Mülteci Örgütü UNHCR, 2020 yılında Türkiye için 1 milyar 174 milyon dolarlık finansmanın hedeflendiği Suriye krizine yönelik Bölgesel Mülteci ve Dayanıklılık Planı’nı (3RP), UNDP (Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı) ile birlikte yürütmektedir.
UNHCR, başta Göç İdaresi Genel Müdürlüğü (GİGM) olmak üzere birçok devlet kurumu ile işbirliği içinde çalışmakta ve uluslararası korumaya ihtiyaç duyan kişilerin ülkeye kabulü, adil ve etkili iltica usullerine erişimlerinin sağlanması ve usullere ilişkin standart ve güvencelerin geliştirilmesi için savunuculuk faaliyetleri yürütmektedir.
Küresel Mülteci Mutabakatı
2018 yılında BM Genel Kurulu, zorla yerinden edilen kişilere ve ev sahipliği yapan topluluklara daha fazla yardım sağlanmasına ilişkin tarihi nitelikteki küresel mutabakatı onayladı. Bu mutabakatla tüm dünyanın kitlesel yerinden edinme olaylarına ve mülteci krizlerine müdahale şeklini değiştirmesi ve bu sayede hem mültecilere hem de ev sahibi topluluklara faydalar sağlanması amaçlanmaktadır.
Bana göre bu mutabakatın oldukça mühim olan ve gözden kaçmaması gereken yönü, her ne kadar güzel bir adım olsa da mutabakat ülkelerini bağlayıcılığı olmamasıdır. Ancak yine de 2 yıllık uluslararası çalışmaların sonucunda ortaya çıkmış bu mutabakat, ülkeler arasındaki işbirliğini geliştirmeye yarayacak bir anlaşma niteliği taşımaktadır.
BM Mülteciler Yüksek Komiseri Filippo Grandi mutabakatın kabulü üzerine, “Hiçbir ülke kitlesel mülteci akınlarına karşı yalnız bırakılmamalıdır. Mülteci krizlerinde tüm dünyanın sorumluluğu paylaşması elzemdir, Mültecilere İlişkin Küresel Mutabakat da günümüzün birlikten yoksun dünyasında nasıl işbirliği yapabileceğimizin en somut örneklerinden birisi” şeklinde konuşmuştur. Ayrıca Grandi, “Bu mutabakat, sorumluluğun paylaşılması fikrini somut ve pratik bir zemine oturtuyor. Bu sayede mültecilerin siyasi oyunlara alet edilmesinin de önüne geçilmiş olacak.” diyerek önemli bir noktaya da dikkat çekmiştir.
Ne Yapmalı?
Mülteci sorunu günümüzde oldukça büyük bir hal almıştır ve dünya nüfusunun %1’inden fazlasını (yaklaşık her 97 kişiden birini) etkilemektedir. Bu kadar büyük bir sorun karşısında hele ki dünyanın en kalabalık mülteci/sığınmacı nüfusuna sahip millet olarak daha bilinçli hareket etmeli, daha çok araştırmalı ve daha çok empati yapmalıyız.
Nüfusunun yaklaşık %5’i kadar sığınmacıya sahip olan Türkiye Cumhuriyeti Devleti de çok daha tutarlı ve uzun vadeli planlar ve stratejiler geliştirmeli ve bu işin sorumluluğunun farkında hareket etmelidir. Dikkatsizlikle, aceleyle veyahut farklı amaçlar güdülerek atılan adımlar kağıt üzerinde sayılarla ifade edilen bu insanlar için ayrı ayrı birer insanlık dramı haline gelebilmektedir.
Son olarak, Dünya devletleri her ne kadar uluslararası sözleşme, kurum ve kuruluşlar ile bu duruma müdahil olmuş, yardım ediyor görünseler de ben kendi açımdan bunları oldukça yetersiz buluyorum. Bütün Dünya devlet ve milletleri tarafından mülteci meselesinin tüm insanlığın ortak meselesi olduğunun benimsenmesini, bunun için daha somut ve gerçekçi adımlar atılmasını ve buna bir an önce sağlıklı çözümler getirilmesini temenni ediyorum.
Kaynakça
1-https://www.unrefugees.org/refugee-facts/what-is-a-refugee/
2- https://www.unhcr.org/tr/unhcrnin-tarihcesi
3-https://www.unhcr.org/1951-refugee-convention.html