Nâmık Kemal’in ünlü eseri Vatan Yahut Silistre incelemesine buraya tıklayarak ulaşabilirsiniz.
Bu yazıyı 7 dakikada okuyabilirsiniz.
Asıl adı Mehmed Kemal olan Nâmık Kemal, 1840 yılında Tekirdağ’da dünyaya gelmiştir. Babası Yenişehirli Mustafa Asım Bey, II. Abdülhamid döneminde müneccimbaşılık, dedesi Abdüllâtif Paşa ise çeşitli bölgelerde mutasarrıflık yapmıştır. Mehmed Kemal’in büyükbabası Şemseddin Bey, III. Selim’in başmâbeyncisi olup aynı zamanda da III. Ahmed’in damadı kaptan-ı deryâ Râtib Ahmed Paşa’nın oğludur. Kaptan-ı deryâ Râtib Ahmed Paşa ise Vezîriâzam Şehid Topal Osman Paşa’nın oğludur. Mehmed Kemal, Osmanlı Devleti’nde çeşitli üst düzey görevlerde bulunan atalara sahip olmanın yanı sıra dedesi Şemseddin Bey’in, III. Ahmed’in küçük kızı Ayşe Sultan’dan doğma ihtimaliyle de Osmanlı Hânedanı ile de akrabalığı vardır.
Çocukluk dönemi, dedesi Abdüllâtif Paşa’nın memuriyeti dolayısıyla sürekli bir hareketlilik içerisinde geçmiştir. Daha sonrasında Vâlide Mektebi’ne kaydolan Mehmed Kemal, burada, daha sonraları da muhabbetini devam ettireceği Şıpka Kahramanı Müşir Süleyman Paşa, Dahiliye Nazırı olacak Fâik Memduh Paşa gibi isimler ile birlikte eğitim görmüştür. 1853 yılında Abdüllâtif Paşa’nın Kars kaymakamlığına tayin olması -rivayetlere göre- fikri uyanışı için önemli bir dönüm noktası olmuştur. Buraya gelişinden üç ay sonra patlak veren Kırım Savaşı esnasında bu serhat şehrin coşkulu havası içerisinde bulunmuştur. Daha sonraları yazacağı Cezmi romanındaki cirit sahnesi, Vatan Yahut Silistre oyununun ana hikayesi gibi olaylar bu duruma örnek olarak gösterilmektedir. Kars’tan sonra Sofya’ya giden Mehmed Kemal’in fikri gelişimi asıl olarak burada başlamıştır. Burada çeşitli şairlerle tanışmasının ardından eski-yeni şairleri okumaya yönelmiştir. Hatta Mehmed Kemal, Şair Eşref Paşa’nın -şiirlerinin çokluğu sebebiyle- ona “Nâmık” mahlasını vermesiyle de artık bizlerin daha aşina olduğu ismine kavuşmuştur: Nâmık Kemal. Büyükannesi ve büyükbabasının kaybından sonra, İstanbul’a, babasının yanına yerleşen Nâmık Kemal burada Tercüme Odası’na girmiş ve devrin ulemâsından da hadis, fıkıh, tefsir, Arap ve Acem edebiyatı gibi dersler almıştır.
Nâmık Kemal, İstanbul’a gelişinden beş yıl sonra Tasvîr-i Efkâr gazetesini çıkarmakta olan Şinâsi ile tanışmış ve gazetesinde yazmaya başlamıştır. Nâmık Kemal’in, Şinâsi ile tanışması onun fikir alemini derinden etkilemiş ve artık siyasî ve içtimaî meselelere yönelerek “cemiyet davalarının adamı” olmuştur. Daha sonraları bu gazetelerde kadınların da okutulması gibi eğitimle ilgili konuların yanı sıra Türk dili ve edebiyatıyla ilgili de çağının ötesinde fikirler ortaya koymuştur. Hatta kadınlar konusunda bir parantez açacak olursak karşımıza Nâmık Kemal’in vatan ile anne olma potansiyeli olan kadınları benzetmesi çıkar. Bu durum, iki kavramın birbiri üzerinden tanımlanmasını ve vatan kavramının da bu vesileyle ete kemiğe bürünmesine sebep olmuştur. Bu andan itibaren yazılarında vatan, millet, birlik, hürriyet, ilerleme gibi kavramları kullanan Nâmık Kemal, Tasvîr-i Efkâr’ın 461. sayısındaki düşünce yazısında vatanı terakkiye götürecek yeni bir neslin varlığını “Jeunes turcs” ismine karşılık olarak “Türkistan’ın erbâb-ı şebâbı” tabiriyle haber vermiştir. Bundan sonra, yönetime karşı oluşan muhalefetin ana merkezi Paris’e kaymıştır. Burada birleşen Genç Osmanlılar çeşitli dergilerden sonra yayın aracı olarak Hürriyet isimli bir dergiyi kullanma kararı almıştır. Üçüncü sayısından itibaren idaresi Nâmık Kemal’e verilen Hürriyet büyük bir atılım yapmış ve Bâbıâli’yi rahatsız edecek duruma gelmiştir. Nâmık Kemal, şiddetli bir şekilde düşüncelerini yazıyor, ülke içerisindeki bozukluklara bu vesileyle çözümler üretiyordu. Takip eden yıllarda gerçekleşen birtakım olaylar Genç Osmanlıların hedeflerine ulaşamayacaklarını anlamalarına neden olmuştur. Hatta bazı tarihçiler tarafından Genç Osmanlıların durumu şu şekilde açıklanmaktadır: Olası bir kabine teşkilinde bile ayrı düşen bu insanlar, istemekte değil, istememekte hemfikirdiler. Bütün bu olaylardan dolayı çeşitli ilişkilerle tekrardan İstanbul’a dönebilen Nâmık Kemal, Avrupa’dan dönüşünde medeniyet ve terakki kavramları üzerinde daha olgun düşüncelerle durmuştur. Bu kavramlar üzerine fikir yürüten Nâmık Kemal’in olaylara bakışının yarı İslamcı yarı Batıcı gözle olduğunu da unutmamak gerekir. Nitekim Nâmık Kemal de Said Halim Paşa, Ziya Gökalp, Mehmet Akif, Ahmet Cevdet Paşa, Ali Suavi gibi düşünürlere benzer şekilde Batı’yı komple benimsemek yerine Batı’nın bilim, metot, teknoloji ve düşünce hayatının İslam’a uygun şekilde benimsenmesi gerektiğini düşünmektedir. Hatta bu açıdan Halil İnalcık, Türk-İslam Sentezi fikrinin menşeini 19. yüzyıl ortalarındaki Nâmık Kemal ve Ziya Paşa’nın fikirlerine kadar götürür.
Ülkeye dönüşünde yazı yazmama şartı konmuş olan Nâmık Kemal, Batı kültürünü yakından tanımasından dolayı siyasi ve edebi olarak bu dönemde gelişme göstermiştir. Hatta Âlî Paşa kendisinden, Alman-Fransız savaşı üzerine bir lâyiha yazmasını dahi istemiştir. İlerleyen süreçte Mustafa Fâzıl Paşa’nın siyasi sahneden tamamen çekilmesiyle siyasette daha çok Veliaht Murad Efendi’yle temasta bulunmuştur. Çeşitli tarihçiler bu temasta mason localarının da rolü olduğunu söylemektedir. Nâmık Kemal, Âlî Paşa’nın ölümünden sonra sadrazam olan Mahmud Nedim Paşa döneminde çıkarılan genel af neticesinde yurt dışından dönebilen cemiyetin diğer üyeleriyle birlikte İstikbâl adıyla bir gazete için teşebbüse geçmiş fakat istenilen izni alamamıştır. Bunun yerine mizah ve haber gazetesi şeklinde çıkan İbret kiralanmış ve yazı hayatına bu gazetede devam etmiştir. Tabii zamanla haber gazetesinden çok milli davaları ele alan bir fikir gazetesine dönen İbret, 19. nüshasından sonra dört ay süreyle kapatma cezası almıştır. Bundan sonra Mahmud Nedim Paşa, yazılarıyla kendisini şiddetli bir biçimde eleştiren Nuri, Ebuzziya Tevfik, Reşad Bey gibi isimlerin yanında gazetenin teknik işlerini üstlenen Âgâh Efendi’yi İstanbul’dan uzaklaştırmak için taşrada çeşitli görevlere tayin etmiştir. Her ne kadar gidişlerini geciktirmeye çalışsalar da Mahmud Nedim Paşa yerine Midhat Paşa’nın başa geçmesiyle bu kafileye Nâmık Kemal de eklenmiş ve tayinler gerçekleşmiştir. Burada bir parantez açacak olursak; çeşitli tarihçiler tarafından Midhat Paşa’nın bu davranışın altında yatan neden olarak, Veliaht Murad Efendi cephesinden gerçekleşecek bir komployu engellemek ve bu vesileyle de Nâmık Kemal’i böyle tatsız bir olaydan korumak istemesi olarak gösterilir. Hatta İbret gazetesinin ceza süresinin dolmasına kırk gün kala gazeteyi tekrardan çıkarmasına izin vermesi de bu durumu destekler niteliktedir.
Nâmık Kemal’in Gelibolu mutasarrıflığına tayini halkta bir sevinç uyandırmıştı. Halk tarafından coşkuyla karşılanan Nâmık Kemal’in -daha önce idari bir tecrübesi olmamasına rağmen- iyi bir yönetim sergileyerek memur ve bölge eşrafının çeşitli yolsuzluklarını açığa çıkararak çözüme kavuşturmuştur. Menfaati bozulan insanların Bâb-ı Âli’ye şikayetleri sonucunda Sadrazam Mütercim Rüşdü Paşa tarafından 11 Aralık 1872’de görevinden azledilmiş ve 25 Aralık 1872’de İstanbul’a dönerek tekrardan İbret gazetesinin başına geçmiştir. Hükümetin icraatlarını daha da şiddetli eleştirmeye başlamıştır. Tabii bu dönemde Sadrazam Mütercim Rüşdü Paşa’nın daha sıkı bir yasak politikası izlemesi üzerine İbret gazetesi bir ay süreyle tekrardan kapatılmıştır.
9 Nisan 1873’te -dönemine damga vuran Vatan Yahut Silistre oyunu oynandıktan 8 gün sonra- sürgüne gönderilen Nâmık Kemal’in ünü artmış ve halk nezdinde artık bir kahramana dönüşmüştür. Magosa’da otuz sekiz ay sürgün kalan Nâmık Kemal eserlerinin büyük bir kısmını burada kaleme almıştır. Abdülaziz’in tahttan indirilmesiyle yerine geçen V. Murad döneminde sürgün cezası kalkmış ve daha sonrasında meşrutiyetin ilanı sözüyle tahta çıkarılan II. Abülhamid döneminde de Şûrâ-yı Devlet ve Kânûn-ı Esâsî Heyeti üyeliğine getirilmiştir. Bu üyeliklerden önce meşrutiyet aleyhtarlarına İttihad gazetesinde sert bir şekilde karşı çıkmıştır. Kânûn-ı Esâsî’nin ilanından sonra askere yardım eşyaları toplamak için kurulan Hediyye-i Askeriyye Cemiyeti’nin daha sonraları gençlerden milis kuvvet teşkil etmeleri ve cemiyet mensuplarının Midhat Paşa Konağı’nın önünde tezahüratlarda bulunması II. Abdülhamid’i endişelendirmiş ve bu kuvveti lağvederek cemiyetin öncülüğünü yapan Ziya Paşa ve Nâmık Kemal’i çeşitli memuriyetlerle İstanbul’dan uzaklaştırmıştır. Midilli’ye gönderilen Nâmık Kemal, İstanbul’daki gelişmeler ve Meclis-i Mebusan hakkında bilgi almaya devam etmiştir. Midilli’ye gönderilişinden iki sene sonra Midilli mutasarrıflığına tayin edilen Nâmık Kemal, adadaki Türk haklarını korumak ve iyileştirmek için amansız bir mücadeleye girmiştir. Hatta saltanatının ilk döneminde II. Abdülhamid’in şu sözlerle Nâmık Kemal’i desteklediği söylenir: Sen devletini, milletini seversin, ben de seni onun için severim. Adadaki çeşitli azınlıkların şikayetiyle Rodos’a tayin edilecek Nâmık Kemal burada da okul ve camii yapımı gibi imar faaliyetlerine devam etmiştir. Bu vesileyle Akdeniz adalarındaki Türk hukukunun ve milli varlığının korunması için çabalayan Nâmık Kemal, aynı zamanda burada on iki cilt olarak tasarladığı Osmanlı Tarihi isimli eserine de başlamıştır. Yine burada da siyasi bir mesele yüzünden Sakız’a tayin edilen Nâmık Kemal, eserinin ilk cüzü çıktığı sıralarda saraya jurnal edilmesi üzerine eseri toplatılmış ve basımı yasaklanmıştır. Zamanında kendisine Yıldız Sarayı’nın hususi telgraf şifresi, çeşitli devlet madalyaları verilmesine rağmen II. Abdülhamid’e müracaatının cevapsız kalması ve yaşanan olayların da etkisiyle daha önceden geçirmiş olduğu hastalığının şiddetlenmesi üzerine 2 Aralık 1888 tarihinde hayatını kaybetmiştir. Bunun üzerinde halkta derin bir üzüntü oluşmuş ve Gelibolu’da, Rumeli Fatihi Süleyman Paşa Türbesi haziresine defnedilmiştir.
Önemli eserlerinden birkaçı ise şu şekildedir: Roman, İntibah (1876), Cezmi (1880); Tiyatro Eserleri, Vatan Yahut Silistre (1873), Gülnihal (1874), Âkif Bey (1874), Celâleddin Harzemşah (1885); Tarihi Eserleri, Devr-i İstila (1871), Bârika-i Zafer (1872), Evrak-ı Perişan (1873), Osmanlı Tarihi (1889), Büyük İslam Tarihi (1975); Tenkit Eserleri, Renan Müdafaanâmesi (1883), Tahrib-i Harâbât (1885), Mukaddime-i Celâl
Kaynakça
1- Akün, ÖF. (2006). Nâmık Kemal. TDV İslam Ansiklopedisi. C. 32. İstanbul: TDV İslâm Araştırmaları Merkezi Yayını. s. 361-378
2- Akşin, S. Balcı, S. Ünlü, B. (Ed.). (2019). 100. Yılında Jön Türk Devrimi. İstanbul: Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları.
3- İnalcık, H. (2020). Devlet-i ‘Aliyye Osmanlı İmparatorluğu Üzerine Araştırmalar-IV Âyânlar, Tanzimat, Meşrutiyet.İstanbul: Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları.
4- İnalcık, H. (2020). Rönesans Avrupası Türkiye’nin Batı Medeniyetiyle Özdeşleşme Süreci. İstanbul: Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları.
5- Ortaylı, İ. (2008). İmparatorluğun En Uzun Yüzyılı. İstanbul: Timaş Yayınları.
6- Engin, V. (2021). Bir Devrin Son Sultanı II. Abdülhamid. İstanbul: Yeditepe Yayınevi.
7- Armaoğlu, F. (2019). 19. Yüzyıl Siyasi Tarihi. İstanbul: Kronik Kitap
8- İnalcık, H. Seyitdanlıoğlu, M. (Ed). (2020). Tanzimat Değişim Sürecinde Osmanlı İmparatorluğu. İstanbul: Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları.
9- İhsanoğlu, E. Yüce, N. (Ed). (1998). Osmanlı Devleti ve Medeniyeti Tarihi (II. Cilt). İstanbul: İslam Tarih, Sanat ve Kültür Araştırma Merkezi (IRCICA) Yayınları
10- Akşin, S. (2017). Jön Türkler ve İttihat ve Terakki. Ankara: İmge Kitabevi Yayınları