Bu yazıyı 8 dakikada okuyabilirsiniz.
Yazı serisinin bir önceki (birinci) yazısını okumak için tıklayınız.
Fuat Sezgin’in “Kaynak veren tek kültür dünyası İslam kültür dünyasıdır.” yargısına varmasının altında yatan en mühim tarihi sebebini, hadis tarihindeki isnad sistemini bir önceki yazımızda işlemiştik. Evet, isnad sisteminde “Filan filana, o da filana, o da bana söyledi ki” şeklindeki zincirleme aktarımlar, kaynak göstermede dipnotların yaptığı vazifeyi görmüş[1]; Orta Çağ Avrupa’sının 15. yüzyıldan sonra ulaşabileceği kaynak gösterme ahlakı, çok erken dönemlerden itibaren isnad sistemi aracılığıyla tesis edilebilmiştir. Bu yazımızda ise hadis tarihinin diğer iki konudaki örnekliğine, bilgiyi kaydedip saklamada gösterilen özveriye ve bilgiye ulaşmak için nelerin göze alınıp hangi çapta gayretler gösterilebileceğine değinmeye çalışacağız.
Tarihi bilgilerin kaydedilip muhafaza edilmesinde temel olarak iki yöntemden bahsedilebilir: Yazmak ve ezberlemek. Yazmak, özellikle yazı kültürünün baskın olduğu toplumlarda bilginin korunmasında ön plana çıkmaktayken ezberlemek, sözlü kültürün yaygın olduğu toplumlarda ayrı bir öneme kavuşmaktadır. Bahsettiğimiz bu prensip, aynı zamanda hadislerin nesilden nesle sağlıklı biçimde aktarılması hususunda da bize ışık tutar: Arap toplumunun İslam’ın doğuşuyla birlikte “şifahi” (sözle aktarım) nitelikten “kitabi” (yazıyla aktarım) niteliğe geçiş yapması hadislerin aktarım biçiminin de değişmesine yol açmıştır.
Gerçekten de miladi 600’lü yılların başlangıcına kadar içerisinde “birkaç on parmak” kadar okur-yazar bulunduran ve yazım grameri tam oturmadığından yazabilen kimselerin önemli bir kısmının hatalı-yanlış anlaşılmaya müsait bir yazı stili kullandığı bir millet[2], yaklaşık yüz yıl içerisinde harflerine noktalar-harekeler getirmek suretiyle herkesin rahatlıkla anlayabileceği bir yazım dili sentezlemiş, toplumun önemli bir kısmı okur-yazar hale gelmiştir. Ancak bundan sonradır ki (yazım dili yanlış anlaşılmalara yol açamayacak hale geldiğinden) hadisler bir araya toplanmıştır.
Hicri Birinci Yüzyılda (m. 623-720) Hadislerin Kitabeti-Yazılması
Evet, Hicri 1. yüzyılda (yani sahabi-tabiin, ilk ve ikinci nesillerin yaşadığı asırda) hadislerin aktarım yöntemi, şifahi yönü baskın olmak üzere sözlü-yazılı rivayetin birlikte yürütülmesi şeklindeydi.Açıkçası bu oldukça doğal ve aslında olması gerektiği gibiydi, zira o dönemin insanlarının büyük bir kısmı “ancak ezberledikleri yazıları yanlışsız okuma imkanına sahiptiler”2 Öyle ki birinci yüzyılda, hadisleri bizzat dinleyerek değil de sahifelerden, yazılı belgelerden doğrudan alıp doğru okuyamadığı için hata ettiği tespit edilenlere “sahafi” ismi verilir, böyle kimseler Cerh ve Ta’dil uzmanlarınca güvenilir kabul edilmezlerdi.2
Ayrıca belirtmek gerekir ki yazılı rivayet, teorik olarak aktarılan hadisin güvenilirliğini ispatlayacak bir unsur değildir; zira yalan uydurmak isteyen biri pekâlâ kâğıda bir şeyler karalayarak ve “Bu sahifeyi falancadan miras aldım.” yalanını da ekleyerek iş görebilirdi. Öyleyse yazıyla aktarım, yalnızca hafıza unsurunu ilgilendirmekteydi ve hadislerin asırlar içerisinde farklı anlamlı kelimelerle tahrif olmasına bir engel olması bakımından önemliydi.
Bununla birlikte yazısı okunur biçimde olanların hadisleri daha Hz. Peygamber (s.a.v.) hayattayken kendi hususi sayfalarına “not ettikleri”, ilk iki nesle bu faaliyeti gerçekleştiren en azından 48 kişi olduğu[3], bunların arasında yaklaşık olarak 1000 hadis içeren Abdullah b. Amr. b. As’ın belgesi, 80 hadis içeren Semüre b. Cündeb’in belgesi gibi çok sayıda hadis içeren birçok vesikaların kaleme alındığı da tarihi bir gerçekliktir. Bunların bazılarına aşağıdaki tabloda yer vermeye çalıştım:

Hicri İkinci Yüzyılda (m. 720-817) Tedvin Hareketi ve Müsned- Musannef İsimli Öncü Eserlerin Hazırlanması
Yaygın bilinenin aksine, hadisler 200-300 yıl gibi uzun bir süreden sonra yazılmamış, hatta sahih hadislerin bir araya toplandığı kitaplar olan “Kütüb-ü Sitte”den önce kişilere özel sahifeler, tedvin eserleri, müsned ve musannefler isimli eserlerde hadislerin büyük kısmı daha Hicri 1. yüzyılda yeni tamamlanırken cem’edilmiştir. “Tedvin” hareketi, daha öncesinde bazı küçük çaplı teşebbüsler olmak üzere, resmi ve geniş kapsamda olarak sözlü ve yazılı halde bulunan bütün hadislerin bir araya getirilmesi işlemidir. Halife Ömer bin Abdülaziz’in Hicri 100. (Miladi 718) yıldaki talimatıyla birlikte Ebu Bekir bin Hazm ve İbn-i Şihab ez-Zühri hadisleri içeren hacimli eserler hazırlamışlar, Zühri’nin hazırladığı defterler “hayvanların sırtında taşınabilecek” kadar çok miktara erişmiştir.[4]
Hicri 150’li yıllara gelindiğinde Abdurrezzak es-San’ani’nin 21.033 hadisi içeren el-Musannef’i, İbn-i Ebu Arûbe’nin es-Sünen’i, Ma’mer bin Raşid’in el-Cami-i ve Kütüb-ü Sitte’den de kabul edilen ilk eser olan İmam Malik’in el-Muvatta’ı yazılmaktaydı.[5] İşte Kütüb-ü Sitte, Fuat Sezgin’in de “Buhari’nin Kaynakları” isimli eserde işaret ettiği gibi, kendilerinden önce yazılmış bulunan musannef ve müsned isimli eserlere dayanarak hazırlanmıştır. Nitekim mesela yukarıda isimlerini saydığımız alimlerden Abdurrezzak es-San’ani’den Buhari 110, Müslim 409 hadis nakletmiş[6], İmam Malik’ten ise Buhari tarafından 416, Müslim tarafından 352 hadis alınmıştır.[7] Kısacası Kütüb-ü Sitte, hicretten 200-300 yıl sonra “insanların ağızlarında dolaşagelen sözlerin rastgele yazıya geçirilmesi”yle oluşmamış; hadisleri yazan sahabe ve tabiinden onlarcasının sahifelerinden, sonrasında tedvin eserlerinden, müteakiben birçok musannef ve müsned eserlerinden müteşekkil bilgi aktarım zincirinin ya da köprüsünün son halkası–son parçası olarak tarihteki kıymetli yerini almıştır.
Kütüb-ü Sitte’nin Hadis Tarihindeki Yeri
Çoğumuzun aklına şöyle bir soru gelebilir: “Müelliflerinin kriterlerine–hassasiyetlerine ve dayandıkları yazılı kaynaklar bulunmasına rağmen, Kütüb-ü Sitte’deki rivayetlerin hepsi tamamen sahih midir? Zayıf ve mevzu (yalan-uydurma söz) rivayetler bulunamaz mı?” Hadis usulü disiplinindeki mütehassısların bu soruya cevabı “Evet” tir, fakat bazı kayıtlar altında. Öncelikle Buhari ve Müslim’in eserlerindeki rivayetlerin küçük bir cüz’ünün (toplamda yaklaşık 12.370 hadisten 218 tanesi) Darektuni gibi bazı uzmanlarca eleştirildiğini, fakat İbn-i Hacer gibi diğer bilginlerce bu eleştirilerin de yersiz olduğunun gösterildiğini belirtmekte fayda var. Yani Buhari ve Müslim’in eserleri yaklaşık 11 asırdır bütün tenkitlere rağmen içerisinde yalan rivayet bulundurmadığı iddialarını devam ettirebilmiş, bir elin parmaklarını geçmeyecek sayıda zayıf rivayetin (yani kelimelerinde ve aktarımında bazı problem olan haberler) de bu eserlerin üzerine gölge düşüremeyeceği aşikâr olmuştur. İmam Malik’in Muvatta’ı da bu güvenilirlik seviyesine yakın bulunmaktadır.
Diğer yandan ikinci güvenilirlik seviyesinde Tirmizi, Ebu Davud ve Nesai’nin eserleri gelmektedir. Bu alimler, eserlerinde zayıf veya yalan rivayetlere, onları ders vermek yani onların neden zayıf veya mevzu olduğunu gösterebilmek amacıyla yer vermiş, bunları bizzat söyleyerek sahih hadislerle sahih olmayanların karışmasını engellemişlerdir. Buna rağmen kendi belirttiklerinden hariç olarak bazı aşırı zayıf ve mevzu rivayetler bulunduğu, yine hadis usulü uzmanlarınca belirtilmiştir.[8] Bunlar hakkında bazılarının üzerindeki şüphenin kaldırıldığını bazılarının ise tenkit edilmeye devam edildiği görülmektedir. İbn-i Mace’nin eseri ise Kütüb-ü Sitte’nin üçüncü güvenilirlik düzeyinde yer alır ve içlerinde en çok tenkide maruz kalanıdır.
Sözün özü, Kütüb-ü Sitte’de Sahihayn (İki güvenilir kitap, Buhari ve Müslim’in eserleri) tamamen güvenilir olmakla beraber[9] diğer dört kitapta toplam 18.475 hadis rivayeti arasından yalnızca birkaç yüz rivayetin üzerinde tartışmalar devam etmektedir. Gördüğümüz bir hadisin iki ya da daha çok Kütüb-ü Sitte müellifi tarafından aktarılması onun güvenilir olduğuna dair ciddi kanaat vermelidir. Ayrıca hangi rivayetlerin tartışmalı (literatürde illetli olmak denir) olduğu da işin uzmanlarınca bilinmektedir.
Hicri 2. asır, hadislerin aktarılmasının bir sistematiğe bağlandığı asırdır. Hicri 1. asırda hadis nakli, günlük yaşamda ortaya çıkan problemler üzerine ilgili hadislerin söylenmesi şeklinde veya bazı sahabilerin etrafında oluşan dinleyici halkalarına hitapta bulunması tarzında ilerliyordu. Sistemli hadis rivayetiyle birlikte hadis kitaplarına geçirilecek nakiller, yalnızca bu iş için hususi olarak ayarlanmış meclislerde, kürsülerde icra edilmeye başlanacak; böylece yalnızca kendisini bu ilme adayanların ve hocalarının gözetimi altında eğitim görmeyi kabul edenlerin bu konuda gerçek anlamda söz söyleyebilecek yetkinliğe gelmesi sağlanacaktı.
Buraya kadar anlattıklarımızla bir medeniyetin, “bilginin etrafında döndüğü” takdirde kısa bir zamanda ne denli tekâmül gösterebileceğini; bilgiyi kaydetmek ve onun tahrif olmasını engellemek için geliştirilen sistematiklerle başta tarih, bibliyografya ve atıf sistemi olmak üzere birçok alanda dünyadaki diğer medeniyetlere öncü ve üstün hale gelmeyi başarabileceğini görmüş bulunmaktayız. Evet, şifahi kültürün yüzlerce yıldır baskın olduğu Arap toplumu, dini sebeplerle de beraber bilginin her türlüsüne önem vermeye başlamış, böylece yazım dilinde ve toplumun bilgi düzeyinde 100-150 yıllık bir sürede köklü bir değişim yaşamıştır. Yukarıda saydıklarımıza ilaveten hadis tarihinde çıkarabileceğimiz üçüncü ve çok önemli bir sonuç ise bilginin kıymetliliği ve ona ulaşmak için gösterilen gayretin ne kadar çok da olsa az hükmünde kalacağıdır.
Rihle Yolculukları ve Sonuç
Artık hepimiz, 21. yüzyılda, herhangi bir bilgiye-malumata “bir tık” uzaklığındayız. Peki, bundan 13-14 asır önce de durum böyle miydi? Özellikle hadis tarihini incelediğimizde az önceki sorunun cevabının “koca bir hayır” olduğunu fark ederiz. Hadis öğrencilerinin aylarca hatta yıllarca at-deve sırtında beldeden beldeye, şehirden şehre kilometrelerce süren yolculuklarına “rihle” ismi verilmekteydi.
Rihle yolculukları, hadislerin nasıl ana vatanları olan Mekke ve Medine’den; Suriye, Irak, Mısır, Buhara, Horasan diyarlarına ulaştığını bize resmetmektedir. Evet Kütüb-ü Sitte’nin doğduğu topraklar, Mekke-Medine’den Horasan diyarına giden eksenin üzerinde yer almaktadır: Kütüb-ü Sitte müelliflerinin bu genel rota çerçevesinde 8291 km Buhari tarafından, 6704 km Müslim tarafından, 7496 km Tirmizi tarafından, 7355 km Ebu Davud tarafından, 5000 km Nesai tarafından 6169 km katettiği bilgisi[10] akılları hayrete düşürmektedir. (Buradaki km bilgilerinin kuş uçuşu uzaklık olduğunu, gerçek yol uzunluğunun daha hayret verici olduğunu söyleyelim.)

Günümüzde arabanın içerisinde, konforlu, güvenli yapılan yolculuklar için dahi çok uzun gözüken böylesine yolculukların at-deve üstünde, sıcak-soğuğa maruz kalarak ve eşkıyaların tehdidi altında yapıldığını hatırladığımızda, hadis tarihinin “bir dedikodu tarihi” değil, örnek alınması gereken kıymetli bir mazi olduğu sonucuna varmamız kolaylaşacaktır.
Hadis taliplerinin daha farklı hadislere ve muhaddislere (hadisleri öğrencilerine okuyan hocalara) ulaşmak için yaptıkları yolculuklar para, makam, menfaat karşılığında değildi; aksine hayatlarının önemli bir kısmı (10-15 yıl) yolda geçtiğinden kalıcı ekonomik faaliyetlerde (bir şehirde dükkan açmak gibi) bulunmaları zorlaşır, aileler kızlarının yollarda perişan olacağını düşündükleri için onların kızlarıyla evlenmesine müsaade etmezlerdi. Bilginin faziletine inanan bu insanların çekmeyi göze aldığı bu gibi sıkıntılar, birkaç tık uzağındaki malumata ulaşmaktan ve onu okumaktan erinen bizlere, bilmem bazı kritik dersler vermiyor mu?
[1] Fuat Sezgin, Bilim Tarihi Sohbetleri, Timaş Yayınları, 9.baskı, 95-96. sayfalar
[2] Prof. Dr. Bekir Kuzudişli, Hadis Tarihi, Kayıhan Yayınları, 3.Baskı sayfa 77.
[3] Mustafa el-A’zami, İlk Devir Hadis Edebiyatı, 34-70.sayfalar. Bununla birlikte bu sayının sahabilerden 52, tabiinden 53 kişiyle birlikte 105 kişiye ulaştığı da belirtilmektedir. Bkz. Kitabet, TDV Ansiklopedi, Ahmet Yücel https://islamansiklopedisi.org.tr/kitabet–hadis
[4] Tedvin, TDV Ansiklopedi, Mehmet Efendioğlu https://islamansiklopedisi.org.tr/tedvin
[5] Musannef, TDV Ansiklopedi, İbrahim Hatiboğlu https://islamansiklopedisi.org.tr/musannef
[6] Abdürrezzâk ss-San‘Ânî, TDV Ansiklopedi, Ali Akyüz, https://islamansiklopedisi.org.tr/abdurrezzak-es-sanani
[7] Durmuş, Ü . (2018). İmâm Mâlik’ten Nakledildikleri Halde Matbû’ Muvatta’ Nüshalarında Yer Almayan Sahîhayn Rivâyetleri Üzerine Bir Araştırma, Çukurova Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi (ÇÜİFD) , 18 (2) , 796-824
[8] Prof. Dr. Bekir Kuzudişli, Hadis Tarihi, Kayıhan Yayınları, 3.Baskı sayfa 226-227. Ayrıca ilgili açıklamayı şu videodan da takip edebilirsiniz: Ebubekir Sifil – Kütüb-ü Sitte’de Zayıf ve Uydurma Hadis Var Mı? https://www.youtube.com/watch?v=uk7ZIQ7gpxw&ab_channel=EbubekirSifil
[9] Not: Yalan rivayet bulunmamakta, zayıf rivayetler ise hem sayıca çok az hem de eserlerde hususi şevahid isimli bölgelerinde yer almaktadır.
[10] Prof. Dr. Bekir Kuzudişli, Hadis Tarihi, Kayıhan Yayınları, 3.Baskı; 142, 158, 173, 193, 206, 216. sayfalar