Bilim Felsefesi, FELSEFE

Bilimcilik: Bilime Olan Sevgi ve Güvenin Suistimali

Bu yazıyı 13 dakikada okuyabilirsiniz.

Yazı serisinin bir önceki (9.yazı) yazısına ulaşmak için tıklayınız.


Bilimsel bilginin, özellikle son iki yüzyılda olguların tasvirinde gittikçe dakikleşmesi ve bu tasvirlere dayanarak inşa ettiğimiz teknolojilerin gündelik hayatımıza birçok değer katması, haklı olarak bizlerde bilime karşı sevgi ve güven duygularının oluşmasını sağlamaktadır. Bununla birlikte bilimin kurumsal metodunun (yani bilim camiasının ona olan yaklaşımının-yorumunun) diğer adıyla metodolojik natüralizmin bilimciliği – bilimi, idealde olması gereken noktasından saptırıp gerçeklik araştırmasında tek otoriteymiş gibi sunan ideolojiyi – besleyen bir yönü de bulunmaktadır. Önümüzdeki yazının amacı, bu yönü ortaya çıkarmak ve bilimciliğin yalnızca bazı natüralist bilim insanlarının bilimi ideolojilerine alet etmelerinin ürünü olarak değil aslında genel kabul görmüş bilimsel yorumlama biçiminin doğal bir uzantısı olduğunun anlaşılabilmesine katkı sağlamaktır.

Bilimciliğin Öncelleri: Bilimsel Devrim ve Aydınlanma Çağı

Bilimsel faaliyetin, doğaya ilişkin merakımızı gidermek gayesiyle giriştiği doğayı tasvir-betimleme eyleminden onu açıklama-hakikatini neyse o olarak sunma iddiasına bürünmesi ve bu iddiasında tek otorite-tek geçerli kaynak olarak görülmeye başlanması, bilimsel devrimin yaşandığı 17. yüzyıldan itibaren meydana gelen bir değişimin sonucudur.

Resim 1. Aydınlanma Çağı düşünürlerini gösteren temsili tablo.

Söz konusu süreçteki ilk adımı atanlar Francis Bacon, Descartes ve Galileo Galilei olmuştur.[1],[2] Müteakibinde yani 18. yüzyıldaki (Aydınlanma Çağı) birçok düşünürün, özellikle Hume (1711-1776) ve Kant’ın (1720-1804) metafizik ve teoloji eleştirileriyle birlikte, evren hakkında düşünmemizin ve bilgi etmemizin diğer yollarının birçok yönden hatalı ve eksik olduğu savunulur olmuştu. 19. yüzyılda August Comte tarafından bu temeller üzerine kurulan pozitivizm, yalnızca fenomenlerin (doğadaki olguların) bilinebileceğini, bunun da yegâne yolunun deney ve bilimden geçtiğini iddia ediyordu.[3] Yine aynı yüzyılda; yalnızca doğal alanın bilinebileceği, bunun da ancak doğal nedenlere başvurularak yapılması gerektiği, bunun haricinde kalan alanların hurafe-geçersiz-gereksiz sayılması tezlerini savunan bilimcilik de oldukça popülarite kazanmıştı. Bu bakımdan pozitivizm ve bilimcilik yan yana yürüyen fikir akımlarıydı.

Bilimciliğin Tanımı ve Türleri

Bilimciliği, elbette bilime karşı duyulan ve haklı gerekçeleri de bulunan sevgi ve güvenden ayırt etmemiz gerekiyor: Böyle bir güvenin oturduğu zemin, bilimi doğa hakkında betimleyici ve öngörüde bulunucu bilgiyi üretme alanında en iyi yöntem olarak görmekten ibarettir. Bilimcilik ise söz konusu sevgi ve güvenin abartılmış ve ideolojik hale getirilmiş durumudur.

Ontolojik ve epistemolojik şeklinde bir ayrım, bilimciliği anlamamız için güzel bir adımdır. Epistemolojik bilimcilik, hakkında bilgiye ulaşabileceğimiz gerçekliklerin yalnızca bilimsel metotla elde edilebilecek türden bilgilere ilişkin olduğunu savunmaktayken ontolojik bilimcilik, gerçek bilginin yalnızca “bilim tarafından ulaşılabilir olan” olduğu söylemekle kalmaz; gerçekte “var olanın” da yalnızca bilimin konu edindiği varlıklar olduğunu iddia eder.[4] Ontolojik bilimcilik, alemde var olanın yalnızca atomlar-materyal partiküller olduğunu söylemesi yönünden bilimci materyalizm-natüralizmle eş değerdir.

Epistemolojik bilimcilik ise, güçlü-zayıf ya da dar-geniş formları açısından incelenebilir. Güçlü formunda iddia, bilimin bilgiye ulaşmada, onu savunmada ve bilgiye dayanan rasyonel inançlar taşımada güvenilebilecek tek yol ve yöntem olduğuyken zayıf formunda, bilimin mevzubahis amaçlar için en güvenilir yol olduğu şeklindedir. “Bilim” derken kastedilenin yalnızca doğa bilimlerinin mi olduğu (dar kapsamlı form; fizik, kimya, biyoloji vb.) yoksa diğer bazı bilimlerin de buna dahil olmasının mümkün olduğuna (geniş kapsamlı form) göre de epistemolojik bilimciliği sınıflandırabilmekteyiz.[5]

İlgi çekici husus; bilimciliğin ister güçlü ister zayıf formu kabul edilecek olsun, bilimin daima diğer bilgi türleriyle bir çatışma yahut yarışma içerisine girmek zorunda bırakıldığıdır. Öyle ki, bilim gerçeğe ulaşmada tek yöntem kabul edildiğinde sosyal bilimler, beşerî ilimler (humanities; felsefe, dil, tarih, edebiyat, sanat) ve dini ilimler ve bu ilimlerin yöntemleri reddedilmekte, belki ancak bilimsel metoda indirgenebilecek olanlarına ya da yöntemlerinin güvenilirlikleri “değerlendirilebilecek” şekilde olanlarına (psikoloji, sosyobiyoloji, felsefe vb.) “geçiş izni” verilmektedir (geniş kapsamlı formda olduğu gibi). Halbuki söz konusu değerlendirmede dayanıldığı iddia edilen istatistiksel metodun, tümevarım problemi gibi birçok kısıtlılığı bulunmaktadır. Zayıf formu kabul edildiğinde ise bilimsel metodun “en iyisi” olduğunu göstermek adına diğer bilgi türlerine kusurlar bulmak uğraşına girişilmektedir.

Resim 2. Bilimciliğin İdealindeki Bilim ve Bilim Adamı

Bilimci motivasyonun arka planında birçok argüman yer alır; bunlardan birkaçını şöylece sıralayabiliriz: Bilim dış dünyaya ait birçok gerçekliği keşfetmiştir, bilimin ulaşımdan tıbba, tarımdan taşımacılığa birçok alanda pratik başarıları ortadadır, bilime dayanan inançlar gözlem-deneyle test edilebilirdir, bilim sağduyumuza dayanan inançların (mesela bir özgür iradeye sahip olduğumuz gibi) hatalı olduğunu göstermiştir, bilimsel bilginin bilim adamları tarafından sağlanan güvenlik mekanizmaları (istatistiksel yöntemler, konsensus gibi) bulunmaktadır, bilimsel bilginin üretim sürecinin nasıl olduğunu diğer bilgi türlerinde olmayacak derecede bilmekteyiz, diğer bilgi türlerinde çok geniş çaplı anlaşmazlıklar bulunmaktayken bilimde belli başlı teoriler vardır, diğer bilgi türlerinin (din-felsefe vb.) nasıl ortaya çıktığına dair bilimdeki evrimsel açıklamalarla bu bilgi türlerinin hayatta kalma avantajı açısından faydaya göre (gerçekliğe göre değil) oluştuğunu göstermiştir vb…[6]

Mevzubahis argümanları teker teker incelemek yerine neredeyse hepsinin bilimsel metoda duyulan güvenden kaynaklandığını belirtmemiz gerekiyor. Oysaki bilimin deneysel metodunun doğrulamaya mı yanlışlamaya mı yoksa olasılığa mı dayanması gerektiği biçimindeki birçok tartışmanın gösterdiği sınırlılıkların da işaret ettiği üzere[7], bilimsel bilginin bize sunduğu tablonun “gerçeklikten” çok farklı olabilmesi mümkündür. Nitekim 20.yy bilim felsefesinde Poincare’in uylaşımcılığı, Popper’ın eleştirel bilim felsefesi, Kuhn’un paradigmacı ve görelilikçi yaklaşımı ve Feyerabend’in bilimsel bilginin ayrıcalıklı statüsünü reddedişini birlikte okuyacak olduğumuzda bilimin evreni açıklamada ve anlamlandırmada yegane yol ve kesin-kendisinden şüphe duyulamayacak tarzda bir bilgi kaynağı olmadığı sonucuna varmamız kolaylaşacaktır.[8]

Özellikle uylaşımcılık (conventionalism) düşüncesinde en temel fizik yasalarının bile insan zihninin bir ürünü ve bilim adamlarının ortak bir kabulü olduğu tezi; bilimsel bilginin insan kognisyonunun sınırlarıyla sınırlı olduğunu ve gerçekliğin bilgisini tam olarak yansıtmaktan oldukça aciz olduğunu göstermesi bakımından önemlidir. Feyerabend’e göre ise bilimin kusursuz olduğu varsayılarak Kilise’nin kendisinden farklı olanları dışlayan hakikat iddiası gibi bilimsel “hakikat” de dogmalaştırılmıştır.

Resim 3. Bilimsel bilginin ayrıcalıklı statüsü Feyerabend tarafından reddedilir.

Yeri gelmişken bilimci söylemdeki “Bilimin mutlak ve değişmez gerçekliklere ulaştığını savunmuyoruz” savunusunun “sözde” olduğunu da not etmeliyiz. Öyle ki başta evrim teorisi olmak üzere birçok bilimsel kuram, bilimci natüralist söylemde değişmez-kesin doğru doğa kanunlarıymış gibi sunulmakta7, yalnızca teori içindeki modifikasyonlara izin verilmekte ve bu iç değişiklikler bilimin yanlışlanabilirliği-değişebilirliği retoriğine birer kanıt olarak görülmektedir. Ek olarak yine bilimci söylemdeki “Teknolojinin bilim(ci) gerçeklik anlayışını doğruladığı” iddiası da geçersizdir; ne bilimin dış dünyaya ait gerçeklikleri keşfedebildiğini söyleyebiliriz ne de birtakım varsayımlara dayanarak geliştirilmiş teknolojileri bilim(ciliğ)in başarısı olarak sayabiliriz. Zira bu varsayımlar (mesela doğanın varlığı, bilinebilirliği, tekdüzeliliği, yasaların değişmezliği vb.) bilimsel metodun doğrudan keşfettiği şeyler olmayıp hipotetik olarak kullandığı kabullerdir. Mevzubahis kabuller ispatlanmadan gerçeklik iddiasında bulunulamaz.

Bilimciliğe karşı, bilimsel metodun sınırlılığından başka getirilebilecek diğer bir argümansa onun kendi kendisini çürütmesi-tutarsız olmasıdır. (self-refuting-incoherent)[9] Argüman şu şekilde işler: Bilimsel metot birtakım kabullere-varsayımlara dayanır à Söz konusu kabuller empirik yollarla sınanarak elde edilmiş doğrular değildir à Ne var ki ampirik yolla elde edilemeyen bilgi bilimcilik açısından geçersizdir à Öyleyse bilimin temelleri bilimciliğin güçlü versiyonunca reddedilmiş olur.

Bilimciliğin zayıf versiyonları için de “ortak ölçütlerle kıyaslanamamazlık” problemi söz konusudur. Bilimin diğer bilgi edinme türlerinden daha güvenilir olduğunu ortaya koyabilmek için söz konusu yolların yöntemlerini bilimin yöntemleriyle kıyaslayabilmek lazımdır. Fakat bilimsel olmayan bilgi edinme yollarının yöntemleri de bilimsel olmayacağından dolayı gereken karşılaştırmayı yapacağımız ortak bir zemin de bulunamayacaktır. Kısacası, eleştiri oklarından kurtulmak için geliştirilen bilimciliğin zayıf ya da geniş formları da onu rasyonel bir düşünme tarzına dönüştürememektedir.

Metodolojik Natüralizm-Bilimcilik İlişkisi

Önceki yazılarımızdan da hatırlanabileceği üzere metodolojik natüralizm, doğa hakkında bilgi edinmenin güvenilir tek metodunun (veya en azında en güvenilir yolunun) natüralizm olduğunu savunmaktadır; bu yönüyle o, doğa bilimlerinin her türlü gerçek varlığın ölçütü olması gerektiğini savunan bilimciliğin epistemolojideki temsilcisi gibidir. Nihayetinde metodolojik natüralizm, epistemolojik açıdan bilimciliği hazırlar ve ona destek verir. Gerçekten de bilimciliğin hemen hemen bütün çeşitleri natüralizmle birlikte gelmektedir.6

Bilimcilik sadece bazı bilim insanlarının art niyetliliklerinden ya da ideoloji bağımlı olmalarından kaynaklanmaz, o, bizzat bilimin kurumsal metodunun doğal bir devamıdır. Diğer bir deyişle metodolojik natüralizmle yürünen bilim yolu, zorunlu olarak değilse bile büyük olasılıkla bilimcilik durağında sona erer. Nitekim şu şekildeki bir argümantasyonda rahatlıkla bilimciliğin, metodolojik natüralizmin bir uzantısı olduğu fark edilebilir: “Yalnızca doğa bilimleri bilgi-rasyonel inanç sağlar (bilimciliğin iddiası), çünkü sezgi, vahiy veya müşahede (tasavvuf) vb. yöntemlerle evren hakkında elde edilebilecek bilgi güvenilir değildir ve deneysel metodun dışına çıkan metafizik iddialar bilimsel değildir (metodolojik natüralizmin iddiası)”

Resim 4. Metodolojik Natüralizm-Bilimcilik İlişkisi

Ontolojik natüralizm ve metodolojik natüralizm, sırasıyla, her gerçek varlık ve her geçerli metot hakkında tekelci-natüralizme bizi mahkûm eden yargılarda bulunsa da empirik bilimler, ideal hallerinde, deneysel yöntemin sınırlılıkları bakımından (tümevarım ve nedensellik problemi) bu tarz mutlak genellemelerde bulunamaz8. Halbuki günümüzde, natüralizmi varsayarak yürütülmekte olan bilimin metinlerinde ve anlatıcılarında mevzubahis genellemelerle sıklıkla karşı karşıya gelmekteyiz.[10] Dolayısıyla aşikâr olan tezatı çözmenin yolu, pratikte bilimsel faaliyeti natüralistik herhangi bir varsayıma dayandırmaksızın nötr olarak icra etmekten geçmektedir.

Bilimciliğin Akademi ve Toplumdaki Sonuçları

Metodolojik natüralizm ve onun şaşırtmayan sonucu olan bilimciliğin tek problemi, empirik bilimlerin sınırlarını aşan iddialarda bulunmaları değildir. (1) Gerek akademiyi gerekse toplumu önceleri dini inançlar için yapılandan çok daha kuvvetli biçimde, bilime sorgulamadan inanan ve güvenen bir yapıya dönüştürmüştür. Niye ona olan güvenimizi kaybedelim ki; neticede o, elimizde güvenebileceğimiz tek seçenektir (!). Dikkat edelim, akademi ve toplumda bilim için yaygın olan söylemde “Bilimde kesin bir şey yoktur ve sorgulamadan hiçbir teori kabul edilmez” sloganı, ancak bilimin kendi içerisinde sorgulanabileceği yönünde bir izindir; yoksa bilimin dayandığı varsayımları kritiğe tabi tutmak kimsenin haddine değildir.

Bilimciliğin diğer bir neticesi, (2) felsefenin ötekileştirilmesi ya da bilimin bir parçası olarak (akademide) hatta pratik ya da teorik yarar sağlamayan bir uğraş (toplumda) olarak görülmeye başlanmasıdır. Zira felsefe denilen şey, natüralist-fizikalist bir bilim anlayışında insan beynindeki nöronların oyunundan başka bir şey değildir; dolayısıyla felsefe bilimi inceleyebilecek üst bir konumda değildir, aksine bilim felsefe denilen materyal olgunun (!) açıklayıcısı ve ona doğru olan fikir yürütme biçimlerini (!) dikte edicisidir. Bilimin dışında felsefe yoktur veya felsefe, bilimin devamıdır.[11] (!) Hatta ünlü kozmolog Stephan Hawking bu durumu, “felsefenin öldüğü” ve “bilim adamlarının bilgiyi arayışımızda meşaleleri taşıyan keşif öncüleri olduğu” iddialarıyla yansıtmıştır.[12] Hakikatte ise felsefe, kıyıda köşede kalmış arkaik bir bilgi edinme yöntemi değil[13]; bilim adamlarının doğa bilimlerinin sınırlarını aşan ideolojik fikir yürütmelerini açığa çıkaracak bir vasıtadır.

Bilimciliğin negatif diğer bir sonucu da dini-metafiziksel inançlar alanında olmuştur. Metodolojik olarak yalnızca doğal olanı varsayan ve doğal açıklamaları tek güvenilir (güçlü form) ya da en güvenilir metot olarak kabul eden metodolojik natüralizmin, doğa üstüne yönelik bütün akıl yürütmeleri ya tamamen geçersiz ya da oldukça güvenilir olmayan düşünce biçimleri olarak görmesi ve bilim adı altında bunu topluma göstermesi, (3) inançların tamamen sübjektifleşmesine ve akıl dışı-duygusal olarak lanse edilmelerine sebebiyet vermiştir. Ayrıca doğadaki nedensel güçleri, bir düşünce sistemi olarak açıklayıcılık iddiasını sağlayabilmesi için tam yetkin-icad edici görme eğiliminde olduğundan birçok dini inançla bilimi karşı karşıya getirebilmektedir. Oysa, Kemal Batak’ın da ifade ettiği üzere “Hipotetik ateizm anlamına gelen metodolojik natüralizm varsayılmazsa ve bilfiil ateizm anlamına gelen felsefi-ontolojik-metafizik natüralizm varsayılmazsa, bilim ve din çatışmaz, uzlaşır, pek çok konuda ahenkli görünür.”5 Öyleyse halihazırda görünen kavga, natüralizm ile din arasındadır, nötr haliyle bilim ile din arasında değil.

Resim 5. Metodolojik natüralizm ile bilim yolculuğuna devam eden bir bilim insanının büyük olasılıkla varacağı felsefi duraklar.

(4) Doğanın ve onun açıklayıcısı olan bilimin her alanda rehber kabul edilmesi, hatta ahlak yasalarının doğaya bakılarak inşa edilebileceği hipotezi ise12 bilimciliğin artık bilimi bütün bütün aşan söylemi halini almıştır. Zira, yapısı gereği betimleyici (descriptive) olan bilimi, değer yargısı bildiren (normatif) bir duruma dönüştürmek mümkün değildir; böyle bir dönüşüm oluyor gibiyse bu değişimin altında yatan ve bilimden değil de farklı bir ideolojiden kaynaklanan bir normatif ilkesi illaki mevcuttur. Ahlak davranışlarının yaşamımızdaki kritik yeri hatırlanacak olduğunda, mesela hayvanların örnek alınarak hazırlandığı bir etiğe uymak zorunda bırakılmak, toplumdaki çoğu insanın manevi değerlerine hakaret, yaşama biçimlerine tehdit unsuru olacaktır. Ayrıca doğa bilimlerini (5) her konuda konuşmaya zorlamak, getirdiği çözümsüzlükler sebebiyle doğa bilimlerinin itibarını zedelemekte toplumun bilime karşı şüpheyle yaklaşmasını netice vermektedir.[14] Bilimcilik, bilim insanlarını da tamamen objektif, makine gibi duygulardan-inançlardan-metafizik kabullerden uzak, tek amaçları doğruyu bulmak olan ve yanlış yaptığını fark ettiğinde bundan hemen vazgeçebilen şekilde sunmaktadır. (6) Bilim adamlarının bu idealize tasviri, onlara kaldıramayacakları yükleri yüklemekte, beklentileri “insan” olmaları sebebiyle karşılayamadıklarında toplumda bilim insanına olan saygı ve güven de sönmeye başlamaktadır. Söz konusu idealize betimlemenin bilim tarihi ve felsefesi açısından yanlışlığı ise Kuhn’un çalışmalarıyla ortaya çıkmıştır13.

(7) Bilimin her türlü teorik ve pratik sorunu çözeceğine inanma, yine maalesef sadece toplumda değil akademide de çokça kabul edilen bir savdır. Bilimsel metodun sınırlılıkları anlaşıldığında ve metodolojik natüralizmin dayandığı felsefi prensiplerin esassızlığı fark edildiğinde; bilimin tek bir olguyu dahi aslında (nedeniyle) açıklayamadığı, aslında yalnızca bu olguları bir dizge içerisine sıralayıp betimlemekte olduğu keşfedilebilecek ve böylece teorik-pratik problemlerin çözümünde diğer beşerî ilimlerin de sürece katılmasıyla daha doğru ve zengin bir yaklaşım geliştirilmiş olunacaktır.


Yazı serisinin bir sonraki (11.yazı) yazısına ulaşmak için tıklayınız.


Kaynakça ve Dipnotlar

[1] What is scientism? Thomas Burnett, DoSER Foundation https://sciencereligiondialogue.org/resources/what-is-scientism/ (Son Erişim Tarihi: 3.1.2022)

[2] Dipnot 1: Bacon’a göre fizik alemin nasıl işlediğini öğrenmek, bizi “doğanın efendileri” konumuna getirecektir; diğer bir deyişle ondaki değişimlerden (mesela âfetler) kendimizi koruyabilmemizi hatta bu değişimleri belli yönlere sevk edebilmemizi sağlayacaktır. Ona göre metafizik, bizi kısır bir döngü içerisinde bırakmaktayken bilim bizim tabiatı anlamamıza ve ona galip gelmemize yol açacaktır. Descartes, her ne kadar metafiziği özel bir konumda görse de doğa yasalarını zorunlu ve harici varlığı olan şeyler olarak betimlemesi bakımından[2] sürece katkıda bulunmuştu. Galilei ise tümevarımcı düşünmeyi tümevarımcı matematikle birleştirerek deneysel metodun kuruculuğu görevini üstleniyordu.

[3] Korlaelçi, M, Pozitivizmin Türkiye’ye Girişi, Kadim Yayınları, 5.baskı, s.31-36

[4] Stenmark, Mikael (1997). What is scientism? Religious Studies 33 (1):15-32.

[5] Hietanen, J., Turunen, P., Hirvonen, I., Karisto, J., Pättiniemi, I. and Saarinen, H. (2020), How Not to Criticise Scientism. Metaphilosophy, 51: 522-547

[6] Rik Peels, Ten reasons to embrace scientism, Studies in History and Philosophy of Science Part A, Volume 63, 2017, Pages 11-21

[7] “Doğa bilimleri metotlarının tüm rasyonel inceleme metotlarını tükettiğine dair iyi bir nedenimiz var mıdır? Bu iddianın kendisine, doğa bilimlerinin metotlarını kullanarak ulaşamayacağımız açıktır. Burada sorulması gereken önemli, aslî başka sorular da var: Empirik bilimlerin metotu nedir? İndüksiyon (tümevarım) mu, dedüksiyon (tümdengelim) mu? Ya da ikisi beraber mi? Tümevarım diye bir şeyin var olmadığını savunan, Karl Popper gibi, bilim felsefecilerini dikkate almamalı mıyız? Tümevarım, Hume’un “alışkanlık” dediği şey değil mi? Eğer bu tümevarım eleştirisi doğru ise bir bilim adamının alışkanlığını, psikolojik beklentilerini bilgi üreten tekelci bir metot olarak öne sürmesi doğru mudur? Tümevarım yoksa mantıksal değil, psikolojik bir yöntem mi? Teist “alışkanlığı” ile teist olmayan “alışkanlıkları” metodolojik kriter olarak benimsemede nasıl, neye göre karar vermeliyiz? Bir alışkanlık, kazara da olsa, natüralist çerçeveye göre ateizmi üretiyorsa mı meşrudur? Eğer bilimin ayırt edici metodu yoksa, hangi metoda göre hangi tür bilginin gerçekliği reddedilecek? vs. Yerimiz olmadığı için metot kavramının analizine girmiyoruz. Ancak burada şunu belirtmeden geçmemeliyiz. Metodolojik natüralistlerin, “metot” konusundaki zorlukları ya yok saydıklarını ya da paranteze aldıkları görülüyor.”  (Kemal Batak, Natüralizm Çıkmazı, s.42, İtalikler ve vurgular tarafımızca yapılmıştır.

[8] Mehmet Şükrü Özkan, Yeni Ateizmin Dini: Bilimcilik, Elips Yayıncılık, 1. Baskı, s.201-265 arası

[9] Kemal Batak, Natüralizm Çıkmazı, İz Yayıncılık, 2. Baskı

[10] De Ridder, Jeroen (2014). Science and Scientism in Popular Science Writing. Social Epistemology Review and Reply Collective 3 (12):23–39. Günümüz popüler bilim kitaplarında ve bilim anlatısında “bilimciliğin” hızlıca artması, (bilimin günümüzde metodolojik natüralist pozisyonla icra edilmekte olduğunu da hesaba katacak olduğumuzda) sözünü ettiğimiz ilişkinin pratiğe bir yansıması olarak değerlendirilebilir. Ontolojik bilimcilik, akademide Dawkins, Carl Sagan, Stephan Hawking, Francis Crick gibi aynı zamanda bilim insanı da olan kimselerce savunulmaktayken, epistemolojik bilimcilik, bilimciliğin toplumda en yaygın olan formudur. Epistemolojik bilimcilik aynı zamanda felsefe dünyasında da W.V.O. Quine, Daniel Dennet, Alex Rosenberg tarafından dile getirilmiştir.

[11] Esin E. Davı̇d Papı̇neau’nun Naturalı̇zm-Fı̇zı̇kalı̇zm Argümanları Üzerı̇ne Bı̇r Deneme. Din ve Felsefe Araştırmaları. 2019; 2(4): 85-100

[12] Matt Warman, “Stephen Hawking Tells Google ‘Philosophy Is Dead’”, The Telegraph, May 11th, 2011.

[13] Alper Bilgili, Bilim Ne Değildir?, Doğu Kitabevi, 4. Baskı.

[14] Alper Bilgili, Bilim Susunca, Timaş Yayınları, 1.Baskı.

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s