Roma Tarihi, TARİH

İç Savaşlardan Pax Romana’ya-Askerler Roma’da

Yazı serisinin bir önceki yazısına ulaşmak için tıklayınız.

Bu yazıyı 4 dakikada okuyabilirsiniz.


Askerler Roma’da

İtalya yarımadasında durum böyleyken Asia Minor’da Pontus[1] Kralı VI. Mithridates fırsattan istifade harekete geçmiş ve üstten bakan Roma’ya karşı kendini Helen dünyasının savunucusu ilan etmişti. Bu karışıklığın getirmiş olduğu kontrol eksikliğinden dolayı Roma’nın Asia Minor’daki eyaletlerini ele geçirmiş ve buradaki yaklaşık seksen bin Romalı-İtalyan halkı katlettirmişti. Romalı devlet görevlilerin ceplerini doldurmak için gittikleri bu topraklarda katledilişlerine yerli halk pek üzgün olmasa gerek. Mithridates’in hızla ilerlemesine karşın Roma’da gereken birlik sağlanamamıştı. Roma’daki gelişmelere geri dönmeden önce Mithridates hakkında birkaç söz söylemek gereklidir. Mithridates hakkında Montesquieu “Roma’nın düşmanları arasında kendini cesaretle savunan tek kral olduğunu” söyler. Tabii bunlara ek olarak Roma’dan sürgüne yollanan lejyonları kendisi için savaştırabilmesi, ülkesinin zenginliği, Roma’daki iç karışıklıklar ve Romalı vergici toplayıcıları tarafından zulüm gören halkın desteğini alması Mithridates’in Roma’yı zorlamasında önemli etkenlerdir. Marius’un Asia Minor’daki orduların başına geçmesini isteyen tribunusların Senato’yu zorlaması Sulla’yı harekete geçirdi ve beklenmedik bir anda ordusuyla Roma’ya yürüdü. Böylece Roma tarihinde ilk kez Romalı bir general Roma’yı ele geçirmişti. Senato’ya, Marius’un ve destekçilerinin yasadışı olduğunu belirten bir kararname kabul ettirmişti. Bu olaylardan sonra Marius, Africa’ya kaçmış fakat 87 yılında, o yılın consulü Lucius Cornelius Cinna[2]’nın da destekleriyle tekrar Roma’yı ele geçirecekti. Bu sırada Sulla, Mithridates’le savaşmak için Macedonia’ya varmıştı…

Marius yeniden Roma’ya egemen olduğunda Roma aristokrasisine karşı amansız bir savaş başlattı. Yıllar süren aristokrat eziyetinin intikamını, yakalayabildiği senatörlerden alıyordu. Neyse ki çok geçmeden öldü, egemenlik tek başına Cinna’ya kalmıştı. Sulla, Roma’ya ikinci kez yürüyüşüne dek kendisine yeterli olacak kadar şan ve zaferi kazanmıştı. Bu savaşlar sonucunda yapılan anlaşmaya göre Mithridates eski sınırlarına çekilmeyi, donanmasını Roma’ya teslim etmeyi ve bir miktar da tazminat ödemeyi kabul etmişti. Bu anlaşma Sulla’ya, Roma’ya yürümesi için ihtiyacı olan askerlerini elinde tutma fırsatı vermişti…

Sulla 83 yılında Brundisium[3]’a çıktı. Marius’un saldırılarından kurtulabilmiş olan tüm senatörler ve aristokratlar ise Sulla’ya katılmışlardı. Sulla, Roma’ya giden yolda karşılaştığı iki ordudan birini savaşarak diğerini ise rüşvetle bertaraf etti. Kalan düşmanlarını da saf dışı ettikten sonra Sulla artık Roma’nın ve gücünün efendisiydi…

Sulla hakimiyeti ele geçirdikten sonra yapmış olduklarıyla Marius’u bile geride bırakmıştı. Bu seferki gücün savaşı aristokrasiyle değil Sulla’ya karşı çıkan bütün insanlaraydı. Getirmiş olduğu bu sistematik yok etme usulüyle, yok etmek istediği kişileri öldürenlere büyük ödüller vadediyor ve ölenlerin servetlerine el koyuyordu. Böylece hem düşmanlarını yok ediyor hem de taraftarlarını zengin ediyordu. İş adamları sınıfı, siyasetle ilişkileri olmamasına rağmen sırf zenginler diye bu sistematik saldırıya maruz kalıyor ve bundan zararlı çıkan kesimlerin başında geliyordu.

Sulla’nın Yasaklar Listesi’ni Temsil Eden Gravür, Silvestre David Mirys

Sulla, aldığı kararlarla Senato’nun ve aristokrasinin gücünü ezici bir şekilde arttırıyordu. İşe kendini sınırsız süreliğine dictator seçtirerek başlattı. Senatör sayısını arttırdı ve pleb magistratuslarının yetkilerini sınırlandırdı. Mahkemelerin yapısını Senato lehine düzenledi ve Cinna’nın atadığı bütün görevlileri tasfiye etti. Genç flamen Dialis[4] Caesar da tasfiye edilenlerden yalnızca biriydi…

Sulla, yaptığı bütün bu hareketlere karşın 79 yılında kendi isteğiyle -kendini sınırsız süreliğine seçtirdiği- dictatorlük makamından ayrıldı ve 78 yılında da öldü. Sulla, Cinna ve Marius, Roma’ya kılıçların hakimiyetini getirdikleri bu süreçte sonraları yönetimi ellerine alacak ve Cumhuriyet’in son nefesi vereceği süreçte mühim rollerde bulunacak hırslı gençler yetişiyordu: Marcus Licinius Crassus, Gnaeus Pompeius Magnus, Gaius Julius Caesar

Roma Cumhuriyeti’nin İlk Triumvirliği
Gnaeus Pompeius Magnus, Marcus Licinius Crassus, Gaius Julius Caesar (soldan sağa)

Roma’da bir hastalık başlamıştı. İlerleyen yıllarda devleti içten içe yiyecek yavaş ama zorlu bir hastalık. Bu hastalığın farklı türlerini Papalık seçimlerinde veyahut Amerika’nın kuruluş döneminde de göreceğiz. Hastalık, sınırların genişlemesiydi. Roma’ya etkisi ise şu şekilde olmuştu: Sefere çıkan ordular artık komutanlarını tanıyor, ona bağlanıyor ve onu devlet olarak görüyorlardı. Onlar artık Cumhuriyet’in değil Sulla’nın, Pompeius’un, Caesar’ın askeriydi. Senato’nun gücü -kendi yetkilendirdiği generallerine karşı- genişleyen sınırların aksine azalıyordu. Romalıların en büyük düşmanları yine Romalılar haline gelmişti. En kritik örneklerinden biri ise MS 69 yılındaki kaotik ortam. Aynı sene içinde dört farklı imparatordan yalnız biri hayatta kalabilmiş ve tek imparator olmuştu.

Marcus Tullius Cicero

Cumhuriyet’in kanunları ise Montesquieu’nun da deyimi ile görevini yapmış, Roma’yı belirli bir yere getirmişti çünkü şüphesiz Roma genişlemek için yaratılmıştı ve kanunları da bunun için itici kuvvet olmuştu. Ne yazık ki Roma’nın artık geldiği koşullarda kanunlar ve düzen yetersiz kalmıştı. Çünkü kanunlar, Roma’daki devletin ve halkın gücünü birbirini destekleyen, kısıtlayan ve durduran birçok makama paylaştırmıştı. Marcus Tullius Cicero[5] gibi en alt tabakadan gelen bir vatandaş dahi Senato’da kendine yer bulabiliyordu fakat anlattığımız bu dönemden sonra halkın ve yüksek rütbeli kamu personellerinin gücü gittikçe daha az sayıda insanın ellerine verildi. Bu güç paylaşımı ve denetleyici kurum eksikliği -her dönemde olacağı gibi- yönetimi farklı yollara sapmaya mecbur bıraktı.

Cumhuriyet, ne yazık ki artık İtalya yarımadasının dışına yetişemiyordu. Kolonilerdeki halk fiilen oylama katılamıyordu ve alınacak kararlar magistratuslar tarafından türlü yöntemlerle manipüle edilmeye açık hale gelmişti, rüşvet artık doğal bir hal almıştı. Consullerin emekliliklerinde atandıkları eyaletler ceplerini doldurup geleceklerini garantiye almak için bir sömürü merkezi haline gelmişti. Sistem bozulmuş ve ülke kaosa sürükleniyordu…


[1] Karadeniz Bölgesi

[2] MÖ 87’den 84 yılına kadar kesintisiz dört yıl consul olarak görev yapmış olan Romalı devlet adamı.

[3] Appian Yolu’nun güney ucunu oluşturan şehir, Brindisi

[4] Tanrılara hizmet etmek amacıyla atanan flamenlerin, Jupiter için olanı

[5] Latin kökenli Romalı devlet adamı, bilgin, hatip, yazar, pater patriae (Vatanın Babası) ve 63 yılı consu

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s